“Müddeti Ömür Başkan” Diyebilseler Meseleleri Kalmayacak!

Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçiminde uygulanan yüzde 50+1 şartının değiştirilmesini gündeme getirmesi MHP’yi sırtından atmak istemesi şeklinde yorumlandı. Bahçeli de böyle anlamış olmalı ki “Bu sistemin demokratik meşruiyet temeli yüzde 50+1’dir… Biz kimsenin sırtına binmedik” cevabını verdi ve 50+1 tartışmasının üzerine beton dökerek konuyu kapadı.
Bahçeli’nin yüzde 50+1 koşulunu; “sistemin meşruiyeti” temeline bağlaması çok yerindedir kuşkusuz. Ancak Bahçeli’nin bu konudaki sıkı duruşunun asıl sebebinin “meşruiyet” meselesinden ziyade, kendisine ve partisine duyulan ihtiyacın devam etmesi olduğu da sanırım kuşku götürmez.
“Ne Değişti de Yüzde 50+1 Şartına Karşı Oldular?”
Aslında iyi biliyoruz ki düne kadar Erdoğan ve yeni sistemin kurucuları bu 50+1 koşulunun vazgeçilmez olduğunu söylüyorlardı. Erdoğan 2019’da ” yüzde 50 sınırının konması rastgele bir tercih değil; gayet bilinçli ve vazgeçilmez bir kriterdir. Bu tartışmayı bir daha açılmamak üzere kapatıyoruz” dememiş miydi?
Ayrıca, Cumhurbaşkanı hukuk başdanışmanı Mehmet Uçum 2020’de: “yüzde 50+1 oyu tartışmaya açma çabası, açıkça halk iradesine saldırıdır. Buna asla güçleri yetmez,” diyerek sistemin baş savunucusu olmamış mıydı?
Erdoğan’ın çıkışı ve Bahçeli’nin bu yolu kapatması sonrası Mehmet Uçum’dan gelen açıklama mealen “50+1 meselesinden daha önemlisi iktidar ittifakının devamıdır, bu yüzden şimdilik konuyu kapatıyoruz” manasında oldu. Uçum: “Cumhur İttifakı sıradan bir parti ittifakı veya seçim ittifakı değil, Türkiye’nin beka ittifakıdır. Cumhur İttifakı aynı zamanda başkanlık sisteminin ve demokratik meşruiyet esaslı seçim sisteminin TEMEL NORMunun belirleyici güvencelerinden biridir…” diyerek konunun özüne girmemeyi tercih etti.
Parlamenter Sistem İle Başkanlık Sistemi Farkı
Demokratik Başkanlık sistemlerinin parlamenter demokratik sistemlerden farkını bilmeyince yüzde 50+1 zorunluluğunu anlamak da kolay olmayacaktır.
Olağanüstü yetkilerle donatılmış “Türk Tipi Başkanlık” sisteminin en önemli meşru dayanağı halkın yarısından fazlasının onayını almış olmak idi. Peki bu oran neden böyle belirlendi, konuyu açmak isterim.
Parlamenter demokratik sistemlerde yürütme organı olan hükümet; başbakan ve bakanlardan oluşur (önceki sistemimiz buydu). Cumhurbaşkanı hükümet kurma görevini, seçimlerde en çok milletvekili çıkarmış olan parti liderine verir. Başbakan adayı bakanlar kurulunu kurar, meclisten güvenoyu alırsa hükümet göreve başlar.
Parlamenter sistemde başbakan ve bakanlar meclise karşı sorumludur ve meclis hükümeti sürekli denetler. Meclis yeterli çoğunluğu sağlarsa gensoru önergesi ile bir bakanı veya komple hükümeti düşürebilir. Demokrasinin asli temeli olan güçler ayrılığı ve denge-denetim sistemi bu şekilde sağlanır.
Başkanlık sistemlerinde ise; Başbakan ve Bakanlar kurulundan oluşan bir hükümet yoktur. Yürütme erkini doğrudan doğruya ve tek başına başkan (bizde cumhurbaşkanı) temsil eder. Bakanlar ise cumhurbaşkanının atadığı sekretaryalar konumundadır ve meclisten güvenoyu alınmasına ihtiyaç yoktur. Başkanlık sistemlerinde meclis gensoru ile hükümeti veya bakanları düşüremez.
Başkan Seçimi “Seri” Olmalıymış!
Bahsettiğimiz sebeplerle, Başkanlık sistemlerinde yürütmeyi tek başına temsil eden başkanın seçilmesi de basit oy çoğunluğuyla olamaz. Sistemin mantığının gereği olarak Başkanın seçilme oy oranı ülkenin çoğunluğunu temsil edecek şekilde; yani en az seçmenin yarısından bir fazlası olmalıdır. Yüzde 50+1 oranının bulunması için de iki turlu seçim yapılmaktadır.
Konu aslında bu kadar anlaşılır ve açık iken, Erdoğan’ın “çoğunluğu alan adayın seçilmesi usulüne geçilmesi halinde Cumhurbaşkanlığı seçimi de seri olur, uğraştırmaz ve yanlış yollara da sevk etmez” önerisi ciddiye alınabilir mi?
Bu gün en çok oyu olan aday olarak Erdoğan yüzde 30-35’ler civarında bir oranla başkanlığını sürdürebilmeyi düşünüyor olabilir. Unutmayalım ki, muhalefetin bölünmüşlüğü sebebiyle Erdoğan 1994’te İBB başkanlığını yüzde 25 oy ile kazanmıştı.
Böylesi önemli bir görevi üstlenebilmek için basit oy çoğunluğunun yeterli olabilmesinin savunusu, (çok acelemiz varmış gibi) “seçimin seri şekilde bitmesi” gerekçesine sığdırılabilir mi?
“Denge-Denetim”; Adı Var Kendi Yok!
Bizde adı “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olsa da uygulanan katı bir Başkanlık sistemidir. Bu sistemde de denge-denetim (kâğıt üstünde ve oldukça zayıflatılmış olsa da) elbette vardır; yürütme erki yasama ve yargıya hesap vermek zorundadır.
Anayasanın 98. Maddesine göre yasama (TBMM) “Meclis araştırması, genel görüşme, Meclis soruşturması ve yazılı soru yollarıyla bilgi edinme ve denetleme yetkisini” kullanabilecektir. Ancak bizde bu denge-denetim sistemi neredeyse hiç çalıştırılmamaktadır.
Muhalif partilerin meclise verdiği tüm Meclis araştırması, genel görüşme, Meclis soruşturması teklifleri Cumhur ittifakının oy çoğunluğu ile reddediliyor. Meclisten saraya ve bakanlıklara yönlendirilen yazılı soruların çoğuna yanıt verilmeye bile tenezzül edilmiyor.
Örneğin; TBMM’ye yazılı soru önergesi sunan CHP Ankara Milletvekili Aliye Timisi Ersever, “2013, 2022 ve 2023 yıllarında Cumhurbaşkanlığı envanterinde bulunan otomobil, uçak ve diğer ulaşım araçlarının sayısını” sordu. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz cevabında; “(…) hizmetin gerektirdiği sayıda” şeklinde tek cümlelik bir yanıt verdi.
Yani yürütme olarak yasamayı o kadar kaale almıyorlar ki, alaycı yanıtların alt metinlerinde “sana bir de hesap mı vereceğiz!” demeye getiriyorlar!
İktidar mensupları meclis ve yargı denetimini o kadar umursamıyorlar ki, sistemin özüne tamamen aykırı olduğunu bildikleri halde “yürütmeyi meclis değil beş yılda bir millet denetliyor zaten” diyebiliyorlar.
İktidarın Söz ve Tutumlarında “Tutarlılık” Aranabilir mi?

Yeni sistemde yürütme erki (yani Erdoğan) aşırı güçlendirildi. Tüm anayasal ve yasal düzenlemelerle elde edilen sınırsız yetkiler, yazlık-kışlık o koca koca saraylar, koruma orduları, uçak filoları ve onca şatafat vs… Tüm bu sistem, fani bir muhalefet adayı sandıktan çıkıp Erdoğan’ın elinden alsın diye kurulmadı elbet!
Biliniyor ki (tereddüt edenler de emin olsun ki) tüm bu imkânları Erdoğan (mümkünse) ömrü buyunca kendisi kullanmak için oluşturdu. Ömrü sona erdiğinde ve/veya sağlık gibi sebeplerle görevini bırakmak zorunda kaldığında da koltuğunu kendi belirlediği bir veliahda bırakmak istiyor.
Bu asli amaçlarına evrensel demokrasinin gerektirdiği siyasal tutarlılık ve öngörülebilirlikle erişemeyeceğini kendisi hepimizden de iyi biliyor. Bu sebeplerden dolayı Erdoğan’ın tutum, söz ve davranışlarında tutarlık aramak eşyanın tabiatına aykırı, saf bir yaklaşım olacaktır.
Bu yüzden, “dün öyle diyordu bugün böyle diyor…” diye başlayan tutarlık sorgulamalarının reel siyasette karşılığı yoktur. Çünkü yarattıkları ucube sistem zaten siyasal rasyonalite üzerinde değil tutarsızlık ve dönemsel popülizm temelinde kuruludur.
Bari “Ömrü Boyunca Lider” Deyip İş Bitirseler!

Sürekli yeni başlıklarla gündemde tutmayı başardıkları “yeni demokratik ve sivil anayasa” konusunun en önemli sebebi, Erdoğan’ın 4’üncü kez adaylığının önünü açma niyetinden başka bir şey değildir.
Aslında herkes biliyor ki Erdoğan Anayasa dâhil kendisini minimum engelleme potansiyeli olabilecek hiçbir kural-kaide istemiyor ve onları bir şekilde aşıyor.
Yeni anayasayı bir şekilde yapmayı başarabilirlerse Cumhurbaşkanı’nın seçilmesi ile ilgili bazı hükümleri değiştirecekler. 2028 seçimlerine giderken de “yeni anayasaya göre ilk kez aday oluyor” diyerek Erdoğan’ı 4. kez seçtirmeye çalışacaklar.
Asli gayelerini böyle açık ifade edemedikleri için yıllardır “demokratik, milli, çoğulcu, halkın iradesine dayanan, … anayasa yapacağız” gibi (aslında kendilerinin de inanmadıkları) sözde gerekçeler öne sürmek zorunda kalıyorlar.
Aslında anayasanın sürekli sağını solunu çekiştireceklerine, gerçek amaçlarını açıkça ifade yoluna gitseler daha dürüst davranmış olacaklar! Anayasaya “Erdoğan Müddeti ömür (yaşadığı sürece) başkandır, bu ülkenin daimi ve tartışmasız lideridir” maddesini bir şekilde koyabilseler meseleleri kalmayacak, rahata erecekler!

http://yurtgazetesi.com.tr ve http://toplumsal.com.tr haber sitesi yazarı “Evrim ve Bitmeyen Kapışma” ile “Eğitimde Çöküş – İnanç Eksenli Eğitim ve Sonuçları” yazarı

