ATATÜRK CUMHURİYETİNİN GÖZDE KURUMLARI; POLİS KOLEJİ VE ENSTİTÜSÜ
İlk ve ortaokulu okuduğum, çocukluğumun geçtiği Kırşehir’de oturduğumuz Fidan apartmanının hemen bitişiğinde İl Emniyet Müdürlüğüne ait bir ek bina vardı. 1970’lerde bu bina önceleri Trafik Amirliği ve bir süre sona da Merkez Terme Polis Karakolu olarak hizmet verdi. İki katlı bu binanın zemin katı hizmet amaçlı, üst katı ise İl Emniyet Müdürü lojmanı olarak kullanılıyordu. Çocukluk yıllarımda Kırşehir’e atanan tüm İl Emniyet Müdürleri, eşleri ve çocukları ile bu sebeple bir şekilde tanışma, iletişim kurma imkânımız olurdu.
Bitişiğimizdeki emniyet binasında görevli rütbeli-rütbesiz polislerden birkaçı oturduğumuz Fidan apartmanında çoğu zaman kiracı olarak kalırlar, buradaki polisler apartmanımızın zemin katındaki babama ait bakkaldan alışveriş yaparlardı. İlkokul ve ortaokul dönemlerimde böylece tanıma ve konuşma imkânına sahip olduğum bu polis ağabeyler de beni severler, yakınlık gösterirlerdi.
Sanırım 1976-77 yıllarıydı, bitişiğimizdeki Trafik Amirliğine ilk ataması yapılan Polis Enstitüsü mezunu Komiser Muavini Ayhan Pamuk ağabey bir süre bizim apartmanda kiracı olarak oturmuştu. Polis Koleji ve Enstitüsünün adını ilk ondan duymuştum. Meraklı, başarılı bir öğrenci olarak bendeki ışığı keşfetmiş olmalı ki Ankara’daki yatılı Polis Koleji sınavlarına girmemi bana ilk Ayhan Pamuk ağabey önermişti. Kırşehir Kale Ortaokulunu bitirdiğim 1979 yılında, yaşamımın yönünün çizildiği önemli adımı atmaya hazırdım. Mahallemizden çocukluk arkadaşım Nevzat SİN ile birlikte, onun polis olan ablasının Kırşehir Valiliği’ne yazdığı dilekçelerle Polis Koleji adaylığım başlamış oldu.
1979 yılında Hatırladığım kadarı ile memleketim Kırşehir’den Polis Koleji adaylığına 38 kişi başvurmuştu. İlk eleme sözlü mülakatı Kırşehir Valiliği binasının ikinci katında bulunan Müdüriyet makam odasında oldu. İl Emniyet Müdürü ve yanında bulunan birkaç rütbeli personel bizlere, neden polis olmak istediğimizi de içeren bazı sorular sordular, bizler de aklımız erdiğince yanıtlar verdik. Bana çok enteresan gelip manasını çözemediğim işlem ise, bu mülakatta bir rütbelinin gömlek kollarımı sıvayarak kollarımın içlerini incelemesi olmuştu. Bu incelemenin, 14 yaşındaki bir orta Anadolu çocuğunun kollarında uyuşturucu enjeksiyonu izleri arama absürtlüğü olduğunu çok yıllar sonra, meslekte anlayabilmiştim.
1979 yılında Ankara Polis Koleji’nin Yenimahalle ilçesi Çamlıca Mahallesindeki yeni taşınılan binasında önce beden eğitimi sınavına katıldık. Bu ilk elemeyi geçenler olarak daha sonra yine aynı yerdeki yazılı test sınavına çağırıldık. O yıl Polis Kolejine alınan 156 kişi arasına Kırşehir’den kabul edilen üç şanslı öğrenciden birisi olarak önümde yepyeni ve farklı bir yaşam uzandığını hissetmiştim.
Umutlar, Beklentiler ve Karşılaştığımız Gerçekler…
Bizim başladığımız yıl Polis Koleji’nin ilk yılı yabancı dil ağırlıklı hazırlık sınıfı olmuş ve okul dört yıla çıkartılmıştı. 1979-1983 yılları arasında geçen Ankara Polis Koleji yıllarım ilk gençlik ve ergenlik dönemlerimi kapsayan, kişilik oluşumumu da çok önemli ölçüde etkilemesiyle yaşam tarihimin en önemli dönemi oldu. Küçük bir Anadolu şehrindeki orta sınıf bir esnaf ailesinden Başkente gelip devlet olanakları ile yatılı okuyarak rütbeli Polis olabilme imkânı hem ailem hem de içinden çıktığım toplumsal kesim açısından gurur verici bir durumdu.
Ancak çok severek ve isteyerek girdiğimiz Polis Koleji ve Akademisi öğrenim dönemlerimiz hiç de beklediğimiz kadar rahat ve mutlu geçmedi. Devletin şefkatli kollarına emanet edilen henüz sübyan çocuklar olarak sevgi ve anlayıştan çok sertliklerle muhatap olduk. Beklenti ve umutlarımızla karşılaştığımız uygulamaların pek de uyuşmadığını ne yazık ki kısa sürede gördük. Bu güçlüklere katlanmak istemeyen arkadaşlarımızdan ayrılanlar, sıkı disipline yeterince uyum sağlayamadıkları için okuldan atılanlar oldu. Ben isteyerek başladığım bu okulu bitirip mesleğe atılmak dışında başka seçenek düşünmediğimden, tüm güçlüklere katlanarak Polis Kolejinden 1983’de mezun oldum. 1983-87 yılları arasında okuduğum Polis Akademisini de, (FETÖ’nün tüm baskılarına ve okuldan atma girişimlerine direnerek) büyük badireler sonunda bitirdim ve mesleğe atandım.
1979-83 arasında geçen Kolej yıllarımızda Türkiye’de yaşanan politik, ekonomik ve sosyal krizlerden doğrudan ve fazlasıyla etkilendik. Ülke yoksuldu, insanlar sıkıntıdaydı ve devletin tek Polis Koleji de bu yoksunluklardan payını fazlasıyla alıyordu. İlk bir yıl kadar okul idaresi bize okul içi ve dışında giyeceğimiz üniformaları bütçe imkânsızlıkları sebebiyle veremedi. Evlerimizden gelirken üzerimizde olan giysilerle yetindik. Bir süre sonra, geçmiş yıllarda kullanılmış olan okul içi (dâhili) gri iç üniforma kıyafetler verildi. Büyük-küçük geldi demeden, kim ne bulduysa onu giydi (ki bunlar da herkese yetmemişti). Kimi arkadaşa daracık, kimine çuval gibi gelen bu ikinci el kıyafetlerle oluşan komik görüntüleri bugün de gülümseyerek anımsıyorum.
Ülkedeki enerji yokluğu sebebi ile kaloriferler yanmadığı için kışın derslerde ve etütlerde battaniyelere sarınarak oturduğumuzu, okul ısıtılamadığı için öğrencilerin şubat ara tatillerinin uzatıldığını anımsıyorum. Çamlıca mahallesindeki yeni binada henüz mutfak faaliyete geçirilemediği için Polis Koleji’nin Anıttepe’deki eski binasından (Polis Enstitüsü mutfağından) kamyonet ile getirilen yemekler çoğunlukla soğuk ve her zaman yetersizdi. Gelişme, büyüme çağındaki ergen gençlere verilen beslenme gerçekten çok sınırlıydı. Özellikle kahvaltı inanılmaz yetersiz, ekmekler hep bayattı. Sofradan tam doyarak kalkamayanlardan cebinde parası olanlar kantinden tost alarak takviye yaparlardı.
Bireyi ve Onurunu Yok Sayan Disiplin Olur mu?
Polis Kolejinde idare öğrenciye karşı aşırı katı, bireyi ve onurunu yok sayan yönetim anlayışının yön verdiği disiplin çok şekilseldi. Ergen ve genç psikolojisinin asla dikkate alınmadığı okul yönetiminde şiddet sıradan bir terbiye aracıydı. Okul ve sınıf yöneticileri olan rütbeli personelin insafına terk edilmiş olan bu yönetim anlayışında öğrenciyi ve kişiliğini sürekli ezme anlayışı hâkimdi. Üstelik bu genel ezme eğilimi adil ve eşit değil çoğunlukla siyasi önyargı ve kabullerle şekilleniyordu.
Polis Koleji yönetimi ülkede yaşanan siyasi konjonktür ve atmosferden fazlasıyla ve öncelikle etkileniyor ve bu etkiyi direk öğrencilere yönlendiriyordu. 1979 yılında Polis Kolejine girdiğimiz yıl CHP ve Ecevit Hükümeti iktidardayken okulda sosyal demokrat yönetim hâkimdi. 1979 Kasım’ından 12 Eylül 1980 yılına kadar Demirel’in sağ siyaseti ülkeye olduğu gibi Kolej yönetimine de hâkim oldu.
1980 sonrasında emekli Albay Nafi Köklü’nün Okul müdürlüğüne atanmasıyla da askeri darbe yönetiminin baskıcı uygulamaları doğrudan Polis Koleji yönetimine hâkim oldu. Bu dönemde Fettullah Cemaatinin örgütlü faaliyetleri de okulda gitgide yerleşiyordu. Cemaat üyesi okul idarecileri öğrencilerin beyinlerini yıkamak için hafta içi okul mescidini hafta sonları da dışarıdaki “Işık Evlerini” kullanırken, buralara götüremedikleri öğrencilere açıktan zulüm uyguluyorlar, ben de bu zulümden payımı alıyordum.
Sonraki yıllarda, (o zamanlar “Cemaat” denilen) FETÖ’cü yapılanma Polis Koleji ve Akademisinde tam hâkimiyet sağlamış, bu okulların yönetim kadroları tamamen bu örgüte teslim edilmişti. 15 Temmuz 2016 hain kalkışma öncesine kadar ülkenin tüm köşe başlarını tutmuş, tüm kurumlar gibi Emniyet Örgütünü de içten ele geçirmişlerdi. Bu hainler, sekiz yıllık tüm mesleki öğrenim hayatım boyunca benim gibi kendilerinden olmayanlara açık zulüm uygularken onlara “ne yapıyorsunuz” diyen hiç olmadı. Bu oluşumun sözde yanında olmayan diğer okul ve üst düzey Emniyet yöneticilerinden hiç bir engel görmeden yollarına devam ettiler, ta ki 15 Temmuz 2016’ya kadar!
Türk Kamu İdaresinin Zayıf Karnı; Partizanlaşma
Bugünden geçmişe nostaljik değil de olabildiğince soğukkanlı, makul ve rasyonel çerçeveden bakınca, Polis Koleji ve Akademisi yıllarımızın o kadar da pembe ve mutlu anılarla dolu olmadığını görebiliyorum. Dar mesleki bakış çerçevesinden değil de çağının tanığı olma çabasında, halen çeşitli medya kuruluşlarında görüşlerini paylaşan, yazılar yazan eski bir Polis yöneticisi olarak baktığımda; mevcut siyasal konjonktürlere olağandışı açık durmanın (geçmişte olduğu gibi bugünde) Polis Teşkilatının en büyük zaafı olduğunu görüyorum.
Ülkemizde Devlet bürokrasisinin politize olmaya zaten eğilimli olduğu bilinen bir gerçekliktir. Önemli mevkilere gelme ve bu makamları korumanın baş koşulu politikayla temas olunca, köklü kurumların (tabiri caizse) DNA’sı, yani temel yapı taşları gitgide deforme olur. Hukukun eğilip bükülmesine yol verilmesi ve mesleki liyakat yerine siyasal sadakatin geçerliğinin artması hem toplumda hem de kurumlarda onulmaz yaralar açar. Özellikle Teşkilat üst yönetimi hukuka sıkı sıkıya bağlı olma hususunda yeterli direnci gösteremezse, tüm kurum siyasal müdahalelere açık hale gelir.
Bir ülkedeki siyasal-hukuksal sistemin olumlu veya olumsuz nitelikleri tüm kurumları aynı şekilde etkiler. Yani, bileşik kaplar kanunu doğada olduğu kadar Devlet kurumlarında da geçerlidir. Kamu İdaresine bağlı tüm kurumların zayıf karnı da ne yazık ki budur. Polis Koleji ve Akademisi de içinde olmak üzere, Polis teşkilatı üst yönetiminin (kişisel kariyer beklentileri gibi motivasyonlarla) güncel politik eğilimlere bu kadar uyumlu olma çabalarının sonuçlarını her dönemde yaşadık ve yaşıyoruz.
Devlet kurumlarının gitgide politikleşmesi sürecinin sonucunda oluşan kurumların deformasyonundan Emniyet Teşkilatı da maalesef payını aldı. Temel öncelikleri makamlarını koruma ve yükselme olan sıralı amirlerin görev anlayışları da buna göre değişti. Hukuk temelli yönetim anlayışının yerine, kendilerini siyasi makamlara benimsetme çabası öne geçti.
Siyasal iktidarların hukukun sınırlarını zorlayıcı tutumlarına karşı devlet bürokrasisi; (varlığının dayanağı olan) Anayasa ve temel kanunları uygulama yönündeki kararlılığını sürdüremediğinde ne olacaksa, Polis Koleji ve Akademisinin başına da o geldi. Ülkemizdeki demokrasinin, hukukun, temel hak ve özgürlüklerin yeterince oturmaması ve bu kavramların hem yönetimce hem de toplumca tam içselleştirilememesi gibi faktörler Polis Koleji ve Akademisi yönetimlerini de etkiledi.
Öncelikle üstlerini memnun etme, astlarını ise yok ve önemsiz görme yaklaşımı Polis Koleji ve Akademisinde öğrencilere baskı ve mobingin yaygınlaşması sonucunu getirdi. Bürokrasinin politize olmasının sonucu olarak gelişen bu yönetim anlayışı personelin meslek sevgisini, bağlılığı, saygıyı, adanmışlığı ve disiplini azalttı, kaygıları ve stresi artırdı. Teşkilat içinde olduğu gibi Polis eğitim Kurumlarında da huzursuzluk, mutsuzluk gitgide yaygınlaştı.
Cumhuriyet Değerlerin Bağlı Polis Yetiştirmek
Emniyet bürokrasisinin ve buna bağlı olarak Polis Koleji ve Akademisinin dini cemaat görünümündeki bir suç örgütüne uzun dönem teslimi sebebiyle bu güzide Cumhuriyet Kurumları yıllar önce kapatıldı. Polis Akademisine bağlı Güvenlik Bilimleri Fakültesi kısa süre önce açılmış ise de Polis Koleji halen kapalı ve yakın dönemde açılma olasılığı pek görülemiyor.
Önümüzdeki dönemlerde Polis Teşkilatımızın görevlerini hukuk çerçevesinde üstün başarılarla yürütmesi; toplumumuzun huzuru, refahı ve yeni kuşakların geleceğe umutla bakabilmesi için büyük önem taşımaktadır. Tüm polis eğitim kurumları öncellikle mevcut Anayasaya ve mevzuata bağlı olarak; demokratik, laik hukuk devletinin temel ilkelerine ve Atatürk Cumhuriyeti’nin değerlerine uygun polisler yetiştirme gayretinden asla taviz vermemelidir. Daha önce yaşadığımız olumsuz deneyimlerden gerekli derslerin çıkartılarak bugün mevcut tüm Polis Eğitim kurumlarında eski hataların yapılmamasını umuyoruz.
Polis Koleji ve Akademisinin geçmiş dönemlerine geniş bir bakış içeren, büyük emeklerin ürünü böylesi bir kitapta genellikle (ve doğal olarak) geçmiş güzel günler özlemle yâd edilir. Hatıralara saygı çerçevesindeki bu yaklaşım; insanların geçmişlerini özlemle anarken yaşadıkları günlerinden genellikle yakınmalarından ve geleceklerine de umut atfetmelerinden kaynaklanır ve bu duygulanımlar son derece insanidir. Ben bu yazımda geçmişi biraz daha eleştirel bakışlı değerlendirerek, ilk gençlik yıllarımızı kapsayan Kolej ve Akademi yıllarının hiç de o kadar özlemle yâd edilecek anılarla dolu olmadığını hatırlatmış ve bu şekilde genel yaklaşımın dışına çıkmış olabilirim. Ancak yaşanılanları gerçeğe en yakın şekilde anımsanmasının, bugün bizim için olmasa da bu satırları okuyan bizden sonraki kuşaklara daha çok yarar sağlayacağını düşünüyorum.
Biz eski Polis Koleji, Polis Enstitüsü ve Polis Akademisi mezunları olarak milletimize ve devletimize karşı borcumuz ve sorumluluklarımız var. Bu sorumluluklarımız içinde, yeri geldiğinde olumsuzlukları görmek, göstermek ve herkesi geçmişten ders çıkarmaya davet etmek de bulunmaktadır. Bu yazımın, söz konusu kişisel sorumluluğumun bir ifadesi olarak görülmesini ve anlaşılmasını arzu ederim.
Bu kitabın oluşumunda emeği geçen herkese ve okurlarına saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

http://yurtgazetesi.com.tr ve http://toplumsal.com.tr haber sitesi yazarı “Evrim ve Bitmeyen Kapışma” ile “Eğitimde Çöküş – İnanç Eksenli Eğitim ve Sonuçları” yazarı