http://yurtgazetesi.com.tr ve http://toplumsal.com.tr haber sitesi yazarı "Evrim ve Bitmeyen Kapışma" ile "Eğitimde Çöküş - İnanç Eksenli Eğitim ve Sonuçları" yazarı

Daha önceki “AKP iktidarında atamalar ve liyakat meselesi” (https://www.toplumsal.com.tr/akp-iktidarinda-atamalar-ve-liyakat-meselesi-makale,628.html) başlıklı yazımda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildikten sonra çıkartılan KHK lar ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerini incelemiş, siyasette ve kamuda atamalar ve yeni getirilen atama sistemleri üzerinde durmuştum. O yazının sonunu ise  “İktidar partisi ve bürokratlar açısından kısa dönemli fayda sağlar gibi görülen, liyakat esasının bu denli yok edilmesinin oldukça ciddi sonuçları ve devlet yapısına vereceği zararlar (bu dönemler geçse bile) uzun yıllar boyunca görülmeye devam edecektir” diye bitirmiştim.

Bu yeni sistemin getirdiği ve getireceği sakıncaları incelemeye devam edelim;

Kamu bürokrasisinde yapılan, liyakat (layık olma) temel prensibine hiç uymayan ve doğrudan “partizanlık” olarak nitelenebilecek atamalar konusu oldukça önemli. Demokratik devlet anlayışına, yönetim bilimine ve çağın gereklerine aykırı bu sistemin hem günümüzde hem de gelecekte devlet yapısına ve sosyal sisteme oldukça olumsuz etkileri olmaktadır, olacaktır.

Merkezi KPSS’nin (Kamu Personeli Seçme Sınavı) büyük ölçüde bir tarafa bırakıldığı, neredeyse tüm atamaların “komisyon mülakatları” marifetiyle yapıldığı görülüyor. Mülakatın olduğu her yerde de siyasi referans olmadan atamanın yapılmadığı biliniyor. Gelinen noktada devlet bürokrasisinin tüm kılcal damarlarına kadar (kapıcısından genel müdürüne) Parti’nin örgütlendiği konusunda toplumda çok yaygın bir kabul var.

Tarihimizdeki tüm hükümetlerin atamalarında “liyakat” meselesinin çok önemsendiğini kolaylıkla söyleyemeyiz. Ama AKP iktidarları döneminde bu işin iyice “şirazesinden çıktığı” çok açık olarak görülmektedir. Amaç belli, bürokratik partizan örgütlenme için liyakat ilkesinin yok edilmesi kaçınılmazdır.

TEK PARTİ REJİMİNDEN TEK PARTİ YÖNETİMİNE

Tek parti rejimi, devlet yönetimiyle özdeşleşen bir siyasi partinin tek başına yasama meclisi ve hükümeti oluşturduğu rejimlerdir ve Türkiye 1946’ya kadar böyleydi. Ülkede başka siyasi partilerin kurulmasının yasak olmadığı, ancak devletin tek partiyle yönetildiği de facto(fiili pratik) durumlara ise tek parti yönetimi deniyor, şimdi bu durumdayız ne yazık ki.

AKP iktidarları devletin tüm birimlerinde sağlam bir örgütlenmeyi çoktan gerçekleştirdi, buna kuşku yok. Demokratik devlet önce tek parti yönetimine, yani parti devlete dönüştü. 24 Haziran seçimleri sonrası getirilen yeni sistemle ise parti devletten lider devlete dönüşüm sağlandı. Artık ortada bir partiden çok her şeye hükmeden bir lider var.

DEVLET İLE HÜKÜMET AYNI ŞEY Mİ?

“Siyaset” adlı kitabında Andrew Heywood devlet ve hükümet arasındaki farkları şöyle anlatıyor;

  • Devlet, hükümetten daha geniştir. Hükümet ise devletin bir parçasıdır.
  • Devlet, devamlı ve süreklidir. Hükümet ise geçicidir, kısa ömürlüdür.
  • Hükümet, devlet otoritesinin işletilmesini sağlayan bir araçtır. Hükümet sadece devletin beyni olma görevindedir.
  • Devlet, kişisel olmayan bir otoritedir. Memurlar bürokratik usullere göre işe alınır ve görevliler, hükümetin ideolojik isteklerine duyarsız olacak şekilde seçilir.
  • Devlet, ortak iyiyi ve genel iradeyi temsil etmeye çalışır. Fakat hükümet ise belli ideolojileri temsil eder.

Bizde ise, devletin hükümet, hükümetin devlet, liderin ise hepsinin üstünde denge-denetleme olmaksızın tek otorite olduğu “lider-devlet” pratiği yaşanmaktadır artık.

KAMUDA PARTİZAN GÖRÜNMEK ARTIK POZİTİF ALGI

Devlet Memurları Kanunu tüm kamu görevlilerinin görevinde siyaseten tarafsız ve bağımsız olmalarını emreder. Ancak bugün devlette çalışıyorsan değil tarafsız veya muhalif görünüm vermek, iktidarın tüm politikalarının tam ve koşulsuz destekleyicisi olmadan hiçbir önemli göreve gelinemeyeceği çok açıktır. Bu yüzden tüm bürokraside, özellikle orta ve üst düzey yöneticiliklerde açıktan iktidar partisi propagandası yapmak  “partizanlık” sayılmadığı gibi, terfiler için en etkin ve tek yöntem olarak görülmektedir.

Zaten iktidara yakın durma eğiliminde olan bir kısım “eyyamcı bürokrat” tayfası işini hukuka tam uygun yapmak yerine, siyasi otoritenin beklentilerine uygun davranma yoluna kolayca girmektedir. İktidar söylemi devlet söylemi olarak kabul edilmiştir artık.

Mevcut siyasal partinin sonsuza kadar iktidarda kalacağı ve kendilerine hukuksal yollardan hiç hesap sorulmayacağı gibi bir algı ve rahatlık tüm bürokraside görülmektedir. Yöneten sınıfında, “her ne yaparlarsa hukuk açısından bir problem yaşamayacakları”, yönetilen halkta ise “haklarını yargıda alamayacakları” duygusu iyice yerleşmektedir.

Kazanılan her seçim hem iktidarda hem de bürokrasideki bu aşırı özgüveni perçinlemektedir. Böyle olmasaydı askeri, idari ve mülki yöneticiler, valiler, kaymakamlar, yargı organı görevlileri muhalif partileri açıktan hedef alan ve iktidar partisinin açıktan propagandasını yapan söylem ve eylemlerde bu kadar rahat bulunabilir miydi?

Askeri, idari ve yargısal sistemde yaşanan bu aşırı politize olma durumu, tüm kurumlarda ilkesel ve yapısal deformasyonlara sebep olmaktadır.

BU GİDİŞ NEREYE VARIR?

Temel haklar ve özgürlükler gitgide ve iyice yok sayılmaktadır. Ülkenin başında geçici bir askeri dikta rejimi değil, tersine, “demokratik seçimle iktidara gelmiş” gibi görünen bir yönetim var. Demokrasinin artık sadece sandığa indirgendiği, “çoğulculuğun” değil “çoğunlukçuluğun” despotik iktidarı köklerini sağlamlaştırmaktadır. Bu durum, toplumda umutları (her şeye rağmen) diri tutma azmini engellemektedir.

Gelinen vaziyet, ülkeye, devlete, kurumlara ve hukuka olan güvene, bireylerin günlük yaşamlarına, toplumsal huzura ve iç barışa, geleceğe duyulan ümide çok fazla zararlar vermektedir. Maddi koşulları uygun olan aileler çocuklarını yurt dışında okutmak ve ülkeden uzaklaşmak konusunda ciddi çaba içerisindedirler.

YÖNETİLEMEZ HALE GELEN ÜLKE

İkiye ayrılmış, birlikte huzur içinde yaşama iradesi kırılmış bu toplumun artık normal demokratik sistemle (parlamenter veya başkanlık olsun, fark etmez) yönetilemeyeceğini iktidardakiler de anlamış durumdadır.

Bu yüzden OHAL kaldırılırken yerine benzer bir yönetim şekli konulmak zorundaydı, konuldu. Mecliste kabul edilen yeni yasal düzenleme ile (hiçbir demokratik ülkede rastlanamayacak şekilde) temel hakların sınırlanmasına ilişkin çok önemli yetkiler valilere devredildi. Görülebilir gelecekte de demokratik hak ve özgürlükler kullanılamayacaktır. İktidar bunca yıldır yasama, yürütme ve yargı erklerini zapt-u rapt altına almak için boşuna mı mücadele verdi? İşte bu baskıcı yönetim anlayışını hayata geçirebilmek içindi her şey.

Toplumda ayrışma ve çatışma dinamiklerini bulmak, olmazsa da yaratmak zor değildir. Ama toplumu ayrıştırarak yönetimi sürekli kılma çabası tehlikeli bir iktidarda kalma yöntemidir. “Türk-kürt”, “laik-inançlı”, “Sünni-alevi”, “modern-gelenekçi”, “Atatürkçü-Osmanlıcı” ve sonunda “Reisçi- Reis karşıtı” noktasına getirilmiş köklü ve sağlam ayrışma bu yüzden yaratıldı.

SONUÇ: Toplumsal uzlaşma ve birlikte barış içerisinde yaşama iradesi yerine “bizler ve onlar” ayrımcılığı ile ağır bir “tek adam” iradesinin konulduğu lider-Devlet modeli ile halkı huzurlu ve müreffeh olmuş bir ülke örneği yoktur tarihte.

Bu yazıyı arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir