İktidarın gün geçtikçe artan hukuksuzluklarını, toplumu ayrıştırıcı ve dışlayıcı üslubunu kanıksama davranışı ne yazık ki giderek yaygınlaşıyor.
Bu köşedeki yazılarımda bu konularla ilgili sıklıkla yaptığım tahlil ve yorumlarıma oldukça olumlu geri bildirimler alıyorum. Ancak bir gurup da, “tamam bunları zaten biliyoruz, ama bize biraz da çözüme dönük şeyler söyleseniz!” diyor. Kendi içinde haklı gibi görünen bu pratik çözüm beklentisi ve yaklaşımı, aslında kanıksamanın ve kabullenişin de ilk sinyallerini veriyor.
Bu yaklaşımları ele aldığım “Peki Ne Yapmalıyız?” (https://www.toplumsal.com.tr/peki-ne-yapmaliyiz-makale,855.html) başlıklı yazımda tespit ve önerilerimi sıralamıştım. Muhalif kesimin siyasetten ümidini kesmesinin ve küskünlüğünün depolitize olmayı getirdiğini, iktidarın despotluğunun hedefinin de zaten bu yılgınlığı sağlamak olduğunu, neler yapılması gerektiği konusunda önerilerimi bu yazımda paylaşmıştım. Önceden okuyanlar dahil, yukarıdaki linki tıklayarak önce o yazımı okumanızı naçizane öneririm.
Gitgide yaygınlaşan yenilmişlik, çaresizlik, kabulleniş ve artık şaşırmama hallerinin, bizi bekleyen çok daha olumsuz süreçlerin sıradanlaşmasına zemin sağlayan tehlikeli yaklaşımlar olduğunu düşünüyorum. Gazeteci Kemal CAN’ın ilk ele aldığı ve “şaşırma hakkı” diye tanımladığı bu hakkı kullanmaktan vazgeçmenin tehlikelerini bu yazıda daha da açmaya çalışacağım.
UMUT VE İNAT İLE DİRENMEK
İktidar baskıcı politikalarını kabullendirilmek için etkili bir süreç işletiyor. Otokrat iktidarlar baskıcı yöntemlerini belirli dönemlerde artırabilirler. Kesintisiz ve dozu giderek artan oranda işletilen bu süreçte temel amaç, muhalif kesimin var olan ve giderek zayıflayan direncini ve ümitlerini iyice kırmak ve bitirmektir.
İktidarın toplumu yönetme kapasitesi ve becerisi giderek daha da zayıflıyor ve aslında sanıldığından çok daha kırılgan durumdalar. Bu yüzden giderek artırdığı baskıcı uygulamaları iktidarın bu zayıflıklarını örtmede bir ölçüde işe yarıyor, bu realite bir köşede dursun. Bu realitenin öbür tarafında da, baskılara ve dayatmalara direnmesi gereken bir muhalif kesimin varlığı var. Muhalif kesimin sindiği, kabullendiği ve güçsüzlüğünü gösterdiği oranda bu baskılar yerini ve karşılığını bulmuş olur. Bir başka ifade ile, baskıların fiili olarak kabullenilmesi oranında despotizm amacına ulaşmış olacaktır.
Hakkında soruşturma açılan Müjdat Gezen’in “Yarın dilimi kesseler, işaret dili öğrenirim yine gereken eleştiriyi yaparım” demesi, gazeteci Ayşenur Arslan’ın “muhalif kesimlerin yalnızca umut taşıması değil, ‘umut ve inat’ ile mücadele etmesi gerekir” sözleri işte böyle diri bir duruşun ifadeleridir.
“ALIŞIN ARTIK, NE VAR BUNDA” SÖYLEMİ KİMİN İŞİNE YARIYOR
Baskıların arttığı ve hukukun siyasallaştığı bu dönemde muhalif bazı kesimlerde “neye şaşırıyorsunuz ki, iktidar hep yaptığını yapıyor, alışılan ve bilindik bir durum, ne var bunda şaşıracak?” deniyor. İşte mesele tam “ne var bunda?” çıkışında. Artık şaşırmaktan da vazgeçmeye, bunların hepsini kabul eder hale gelmeye hizmet eden teslimiyetçi bir bakış bu.
Öngörüleri tutmuş, her şeyi çözmüş ve olanları anlamış kişilerin bu halleri aslında yaşananları normalleştirmeye, kanıksamaya katkı sağlayan bir duruma dönüşüyor zamanla. Bu “şaşırmama” hali, iktidarın zora dayalı uygulamalarını normalleştirmeye yarayan bir yaklaşımdır. “Alışın artık, bunlardan daha çok göreceksiniz, bitti bu iş” tavrı, durumun vahametini göstermekten öte, kabullenici ve pasifist bir dildir ve bu yenilmişlik söylemi maalesef giderek yaygınlaşmaktadır.
Durumun (önceden de öngörüldüğü biçimde) iyice kötüleştiğini tekrar etmek, örtülü kabullenmenin aracı haline getirilmemelidir. Meşhur “adam kazandı” tweeti, tüm hileli ve eşitsiz seçim süreçlerine rağmen yenilginin doğrudan kabulü manasında nasıl yanlış olmuşsa, “bitti bu iş” manasına gelen tüm yaklaşımlar da o derece yanlıştır.
İktidarın tüm aşırılıklarında “bunda şaşılacak ne var, artık böyle!” demek kime yarıyor, bu soruyu sormak lazım. Bu teslimiyetçi halin, kurulmak ve kabullendirilmek istenen niyetlere hizmet etmekten başka bir işe yaramadığı unutmamalı. Olan bitenlere “şaşırmak ve kabullenmemek” hakkının asla elden bırakılmaması lazım.
ŞAŞIRMAK VE KABULLENMEMEK NEDEN ÇOK ÖNEMLİ?
Fikirlerin özgürce açıklanması, eleştiri, protesto ve gösteri gibi haklar iktidarlar tarafından baskı ile bir süre engellenebilir, soruşturma konusu edilebilir, hukuk karşınıza dikilebilir. Şu anda da ülkede bu durum yaşanmaktadır ve elimiz kolumuz bu manada bağlı olabilir. Ama olan bitenlere şaşırmak, bunları kabul etmemek ve devamında itiraz etmek, bizim kendimizle ilgili kararlarımızla oluşturduğumuz hak alanlarıdır. Bu hak alanları, ben istemedikçe başkaları tarafından engellenemez. Bu tür doğrudan kendimize ait ve irademizle kullanıp kullanmayacağımız haklara kim karışabilir ki? Kim benim şaşırmama, “bunları kabul etmiyorum ve etmeyeceğim” dememe engel olabilir ki?
Bu kişisel haktan vazgeçmeye başladığımız andan itibaren, despotizmin etkinlik alanının genişlemesine hizmet etmeye başlamışız demektir. Bu haktan vazgeçtikten sonra tekrar elde etmek neredeyse olanaksızdır, çünkü zihnimiz ve algımız da teslim olmuştur artık. Bu teslimiyet aşamasından sonra olan biten her şey daha normal ve sıradan görünmeye başlar ve işte istenen de tam olarak budur.
BASKILARA KARŞI NE YAPILMALI?
Başta Anayasa, tüm kural ve kurumların tahrip edilmesine karşı nasıl direnilir? Yargının siyasetin hizmetine girdiği, adalet dağıtmaktan uzaklaştığı durumlarda ne yapmak gerekir? Bu durumu “bu iş bitti” diye kabullenmek ve hukuk alanını artık yok saymak mıdır çözüm?
Yanıtımız; hukuku ve fonksiyonlarını savunmaya devam etmek ve her türlü hukuksuz uygulamayı her seferinde “şaşırarak” karşılamak ve yargı konusu olayın özüne dair meseleyi ayakta tutmak çok önemlidir.
Hukukun siyasal amaçla kullanılması karşısında siyasal olarak karşı çıkışın sürdürülmesi lazımdır. Bu karşı çıkış artan bir inatla ve güçlü bir savunu ile sürdürülmelidir. Siyasi muhalefetin hukuk dışı uygulamalara anında ve yüksek sesle reaksiyon vermesi gerekmektedir.
Muhalefetin bunlara şaşırmaması ve şaşırmış görünmemesi, bir manada kabul eden yaklaşımda bulunması ve saldırıları savunma hattından karşılaması çok yanlıştır. Aksi durumda baskıların dozunun giderek arttığı ve ne yazık ki kabullenme alanının da büyümeye ve genişlemeye başladığı görülmektedir.
SONUÇ: Baskılara ve hukuksuzluklara şaşırmamaya, her şeyi zamanla kanıksamaya başlamışsak, burada geri kazanılması son derece güç ve ciddi alan kayıpları oluşmasına izin vermiş oluruz. Bu yüzden her seferinde şaşırmak ve kabul etmemek gerektiğine defalarca ve her platformda vurgu yapılması son derece önemlidir.
http://yurtgazetesi.com.tr ve http://toplumsal.com.tr haber sitesi yazarı “Evrim ve Bitmeyen Kapışma” ile “Eğitimde Çöküş – İnanç Eksenli Eğitim ve Sonuçları” yazarı