Bir U Dönüşü Daha; “Nas” Out Yüksek Faiz In
Çok değil 4 ay önce seçim konuşmasında Erdoğan ”bu kardeşiniz iktidarda olduğu sürece faiz yükselemez, devamlı düşecektir. Göreceksiniz enflasyon da faizle beraber düşecektir” demişti. Faiz oranları emirle düşürülüyordu, onda sıkıntı yoktu. Ancak MB ve TÜİK emir dinlese de enflasyon emir dinlemiyordu bir türlü! Ne yapsalar olmuyor, enflasyon da kur da inmiyor, ekonomi dikiş tutmuyordu!
Tüm iktisat bilimi gerçeklerine aykırı olarak sürdürdükleri düşük faiz politikasından sert bir geri dönüş yaptılar. “Keskin geri çarkların efendisi” olarak bilinen Erdoğan’ın izni ile Merkez Bankası politika faizini 750 baz puan artırarak yüzde 25’e çıkardı. Böylece “nas var nas” söylemiyle açılan düşük faiz, yüksek enflasyonla büyüme parantezi yıllar sonra kapatılmış oldu.
Ekonominin seyri konusunda halkın en önemli kriterinin dolar kuru olduğunu biliyorlar. Kuru düşük tutmak için Merkez Bankası arka kapılardan piyasaya yıllardır yüz milyarlarca dolar satış yaptı ve halen yapıyor. Böylece MB’nin döviz rezervleri sıfırlanmakla kalmadı, eksi 60 milyar dolar seviyelerine kadar indi.
Bunların da yetmediğini görünce Kur Korumalı Mevduat (KKM) cinliğini devreye soktular. Vatandaş dövizden uzaklaşsın diye mevduat sahiplerine bugüne kadar yaklaşık 150 milyar TL aktardılar. Bu yöntemle fakirin cebinden zenginin tasarruflarını artırdılar. Tüm bunlara rağmen dolar kurunun 30 TL’lere doğru yürümesini engelleyemeyince “Nas”ı şimdilik kenara çektiler!
Düşük Faiz Az, Yüksek Faiz Çok Günah mı?
“Nas emrediyor” diye Merkez bankasına baskı yaparak politika faizini yüzde 10’un altına kadar indirmişlerdi. Eğer inanç faizi yasaklıyorsa bunun yüzde 0,1’i de haram değil mi? Üstelik Diyanet’den “Düşük faiz az günah, yüksek faiz çok günah” gibi bir fetva çıkardıklarını da duymadık, değil mi?
Aslında Nas filan gibi bir kaygıları hiç olmadı. Seçmene sözde bir gerekçe sunmaları gerekiyordu, hepsi bu. Geçen 7-8 yılda emirle faiz indirtip ucuz kredilerle piyasaları döndürmenin nelere mal olacağını da iyi biliyorlardı. Tüm tedbirlere rağmen dolarizasyon, yani mevduatlardaki döviz oranı yüzde 68’e, dış açık 109 milyar dolara çıktı. Bütçe açığı patladı, enflasyon zirvelere ulaştı. Türkiye’nin dünya ekonomisindeki payı 1980 yılı seviyesine düştü. Tüm bunlardan sonra faiz politikasında başa dönüldü. Peki o zaman “biz bu haltları neden yedik?”
Peki Biz Bu Haltı Niye Yedik?
İktisatçılar Erdoğan’ın ekonomi bilimine aykırı bu inadının nedeninin siyasi popülizme dayandığını söylüyor. Küçük ve orta boy işletmeler (KOBİ’ler) üretim ve istihdamı ancak düşük faizli kredilerle beslendikçe sürdürebiliyorlar. Ekonominin çarklarının bu ucuz kredilerle döndürülmesi ise AKP’ye her seferinde seçim kazandırıyor, daha ne olsun?
Her yerinden dikiş atmaya mahkûm bu garip yöntemin hiper enflasyona yol açacağı, bunun sonuçlarını da halkın daha çok yoksullaşarak ödeyeceğini onlar da biliyor. Ama sırf iş dünyası canlı gibi görünsün diye, ekonomi literatüründe olmayan akla ziyan fantezilerini yıllarca uyguladılar. Halkı kasten fakirleştirdiler, zenginleri çok daha zenginleştirirken orta sınıfı yok ettiler.
İktidardakiler halka yıllardır “biraz daha dişinizi sıkın, ekonomi çok yakında düze çıkıyor, enflasyon birkaç aya kadar tek rakama iniyor” deseler de bunun doğru olmadığı biliniyordu. Nihayet Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek son günlerde gerçeği ifşa etti, 2024 yılı ortasından önce yıllık enflasyonun düşmesini beklemediklerini söyledi.
“Bana İnanmak İsteyeceğim Yalanlar Söyle”
Seçim öncesi hergün gözümüzün içine sokulan yerli ve milli (!) TOGG otomobilleri, savaş uçağı (!) gemilerini, pilotsuz (!) savaş uçaklarını, her yerden fışkıran (!) Petrol ve doğalgaz kuyularını, Ay’a gidiş projelerini (!) seçim sonrası hiç duyup gören var mı?
Siyasetin gereği olarak bazı gerçekleri yalanlarla bir süre gizlemeyi başarabiliyorsunuz ama hayatın ve ekonominin rasyonaliteleri kendisini bir şekilde dayatıyor. Tüm bu yüksekten uçuşlar bitti, seçimlerden bu yana akaryakıt fiyatları iki katına yakın arttı, vatandaş gerçeklerle kucaklaştı!
Kim ne derse desin, halkımızın gerçeklikle arası pek iyi değil. Daha da ötesi, halkımızın ruh hali “bana inanmak isteyeceğim yalanlar söyle” diyen umutlu sevgili kıvamında. Seçimler öncesi çizilen pembe tabloların aslında gerçek olmadığını her seçim sonrasında gören seçmenin ruh hali başka nasıl açıklanabilir? Her seçim öncesi vatandaşın ekonomik gidişata güveni artıyor, seçim sonrası ise düşüyor.
TÜİK’in her ay yaptığı Tüketici Güven Endeksi verilerine baktığımızda da, seçim dönemi ilizyonlarının etkilerini açık olarak görüyoruz. Tüketici güven endeksi Haziran 2022’de 100 üzerinden 63,4 iken, dağıtılan bol seçim şekerleri ile 2023 Mayıs’ta güven 91’e kadar çıkmış. Seçim sonrası ise endeks düzenli düşerek bugün 68’e inmiş. Şimdi ortaya çıkan ekonomi gerçekleri seçim öncesi gizlenmeseydi tüketici güven endeksi 91’e çıkabilir miydi? Yüzde 60’lara düşmüş Tüketici Güven Endeksi ile seçimleri alabilirler miydi?
Sıkıntıların Sebebi Hep Dış Güçler
Ülkemizdeki ekonomik sorunların kaynağı “bizim akıl dışı ekonomi politikalarımızdır” diyecek halleri yok tabi. Bu yüzden tüm sorunları ısrarla “dış siyasi güçlerin operasyonları”na bağlamayıp ne yapsınlar? Bu saçma gerekçelere halk inanıyor mu peki? Çoğunluk inanmasa da maalesef toplumun üçte biri inanmaya devam ediyor!
Yöneylem Araştırma şirketi vatandaşlara “ekonomik krizin nedenlerini” sorduğu anketinin sonuçlarını paylaştı. Bu araştırmaya göre; ekonomik krizin sebebinin “dış güçlerin saldırıları” olduğuna inananların oranı yüzde 32 olarak tepsi edilmiş.
Kanmaya, kandırılmaya bu kadar müsait bir toplum yaratılmışken, bunun ekmeğini yemesinler de ne yapsınlar? Ancak seçim kazanmakla iş bitmiyor, ekonominin çarklarının dönmesi gerekiyor. Peki bu nasıl sağlanacak?
Hukuk Olmadan Ekonomi Düzelir mi?
İktisatçılar, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ekonomiyi düzeltmek için attığı adımların önemli ama yetersiz olduğunu söylüyorlar. Hukuk ve ekonomi iç içe iki temel kavram. Dünyadaki örneklere bakıldığında ekonominin düzelmesi ancak ve ancak hukukla mümkün olabiliyor.
Türkiye’de özellikle 2013’ten itibaren insan haklarından, evrensel hukuk ve adalet prensiplerinden gitgide uzaklaşıldığı ve halkın yargıya olan güveninin gitgide azaldığı biliniyor. Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV) tarafından 2022 yılında yapılan bir araştırmaya göre; vatandaşların sadece yüzde 15.7’si yargının bağımsız olduğunu düşünürken, yargıya güvendiğini ifade edenlerin oranı yüzde 18’de kaldı.
Bu gerçeklik uluslararası endekslere de yansıyor doğal olarak. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD), “Bir Bakışta Hükümet 2023” raporuna göre Türkiye’deki vatandaşların 2010 yılında yargıya olan güveni yüzde 59 idi. 2020 yılında bu oran yüzde 37’ye, 2022 yılında ise yüzde 33’e kadar geriledi. Türkiye, 38 OECD üye ülkesi arasında yargıya güven sıralamasında ancak 36’ncı olabildi.
Bir başka uluslararası kuruluş olan Dünya Adalet Projesi’nin (World Justice Project – WJP ) Hukukun Üstünlüğü Endeksi de bu kara tabloyu destekliyor. 2022 raporuna göre Türkiye, 140 ülke arasında (0.42 puanla) 116. sıraya yerleşti. Türkiye’nin de içinde olduğu, 14 ülkeden oluşan Doğu Avrupa ve Asya kategorisinde ülkemiz en sonuncu sırada yer aldı.
Yaşananlar Tercihlerin Sonuçlarıdır
Hukukta, ekonomide ve diğer tüm alanlarda bu olumsuz tabloları niye yaşıyoruz? Yanıt aslında açık; yaşadığımız tüm sorunlar, iktidarın kendi geleceğini garantilemek için yaptığı tercihlerinin sonuçlarıdır.
İşin özü şu ki; başarıyı seçim kazanma hedefine ulaşmak olarak görüyorlar. Her beş yılda bir şekilde bu amaçlarına da ulaşıyorlar. Öyleyse kendilerince son derece başarılılar!
Ancak ulaşılan her hedefin ve başarının da bir maliyeti vardır! Bu faturayı toplumun çok büyük çoğunluğunu oluşturan orta ve alt kesimlerin önüne koydular. İktidarını seçen halk bu faturayı da ödemeyi baştan seçmiş oluyor. Onlara göre durum bu kadar açıktır!
http://yurtgazetesi.com.tr ve http://toplumsal.com.tr haber sitesi yazarı “Evrim ve Bitmeyen Kapışma” ile “Eğitimde Çöküş – İnanç Eksenli Eğitim ve Sonuçları” yazarı
Evet,durum bu kadar açık. Elinize,emeğinize sağlık..