http://yurtgazetesi.com.tr ve http://toplumsal.com.tr haber sitesi yazarı "Evrim ve Bitmeyen Kapışma" ile "Eğitimde Çöküş - İnanç Eksenli Eğitim ve Sonuçları" yazarı

Cumhurbaşkanı Erdoğan yaşadığımız ekonomik kriz ile ilgili toplumun içini rahatlatan en önemli değerlendirmesini paylaştı; “bu da geçer yahu!”. Tekkelerde ve dergâhlarda kullanılan, sonundaki “HÛ” Allah manasına gelen  “bu da geçer ya Hû” temennisinin TL’nin değer kaybına engel olamadığı sonraki günlerde görüldü!

Ekonominin getirildiği bu durumdan çıkış için iktidarın bir planı var mıydı? Şu ana kadar yapılan açıklamalardan ve alınan kararlardan, herhangi bir ciddi tedbir planlarının olmadığı anlaşılmaktadır.

İktidar siyaseten ve ekonomi yönetimi olarak yokuş aşağı giden fireni patlamış bir kamyon izlenimi vermektedir. Bu yüzden durması, geri geri gitmesi veya yeni ve düzgün bir yol tercih etmesi artık beklenemez. Çok ciddi sıkıntıları görmezden gelmekten başka bir şey yapamıyorlar ve dolayısıyla, ne varsa göze alıp gidiyorlar. Peki bu geri dönüşü olmayan tehlikeli gidişin nedenleri nedir? Neden ciddi önlemler al(a)mıyorlar? İşte buna biraz bakmak lazım.

AKP İKTİDARLARI BU YOLA NASIL GİRDİ?

AKP ilk kez 2002 yılında tek başına iktidara geldiğinde kesintisiz olarak 2023’e kadar iktidarda kalabileceklerini arzulasalar da bunu henüz tam öngörememişlerdi. Bu yüzden sürekli seçmene hoş görünecek, bir sonraki seçimleri kazanmayı önceleyen günlük ve popülist politikalar benimsendi

AKP iktidarlarının ilk iki döneminde ülkeye dışarıdan kolay alınan ve ucuz ciddi miktarda kaynaklar geldi. Göreve geldikleri dönemde 130 milyar dolar olan brüt dış borcu bugün yaklaşık 4 katına, yani 467 milyar dolara çıkardılar. Bu dış kaynakları ülke içinde kullanmak için AKP iktidarlarının önünde iki seçenek vardı;

Birinci seçenek; uzun süreç gerektiren, seçmenin kısa zamanda gönlünü almaya pek elverişli olmayan bir yoldu. Ulusal kalkınma, milli gelirde sürekli ve düzenli artış, nitelikli ekonomik büyüme getirecek bu süreç için eğitim ve üretim altyapısına, sanayiye, tarıma, hayvancılığa ciddi yatırımlar yapılması gerekiyordu. Bu zahmetli ama sonucu topyekûn ulusal kalkınma ve toplumsal refah olan yol tercih edilmedi. Kalkınmış dünya ile rekabet ve sistemli büyüme ve zenginleşme için gerekli olan daha çok demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı, şeffaflık ve iktidarın yargısal denetlenebilirliği gibi unsurlar AKP’nin hoşlandığı kavramlar hiç olmadı. Zaten böyle modern, medeni ve kalkınmış bir Türkiye’de de AKP’ye yer olamayacağını düşünüyorlardı belki de.

İkinci seçenek ise, kısa dönemde sonuçları görülen, niteliksiz ve geçici bir ekonomik büyüme sağlayan, uzun dönemde ise istihdam, üretim, ekonomik büyüme, refah ve kalkınma sağlamayan köprü, yol, tünel gibi alt yapı yatırımları ve inşaat sektörüydü. Çok kırılgan, risklere çok açık bir ekonomik sistemdi bu. Tüm iç ve dış olumsuz gelişmelerden anında etkilenen, cari açığın normalin 2-3 katına çıktığı, üretmeden iç tüketimin pompalanması ile yürüyen, sürekli dış borç kaynağı gerektiren garip bir sistem oluşturuldu. Piyasalara anlık rahatlamalar sağlayan bu yöntem seçmene de göreceli dönemsel bir refah sağladı ve cazip geldi, her genel seçimde AKP’yi iktidar yaptı.

YÖNETİM TERCİHLERİNİN SONUCU ÜLKEYİ BU HALE GETİRDİ

Avrupa ve gelişmiş dünyanın evrensel insani ve hukuki değerlerinden gitgide uzaklaşılarak, inanç merkezli, rasyonellikten uzak popüler kültür oluşturularak seçmenin dayanaksız özgüveni pompalandı. “Gelişmiş Batı’nın bizi kıskandığına!” başka nasıl ikna edilebilirdi ki bu halk? “Azgelişmiş olalım zararı yok, yeter ki iktidarımız daim olsun” fikri ile bugünlere gelindi.

Bu hassas ve kırılgan ekonomik sistem dış olumsuz gelişmelerden aşırı etkilendiği için, ABD’nin en küçük yaptırım kararı piyasaları alt üst etmeye yetmektedir. Ekonomik sistem daha sağlam olsaydı, Trump’ın bir sözü veya tutuklu bir rahip meselesi TL’nin bu kadar değer kaybına neden olabilir miydi?

AKP iktidarlarının bu baştan arızalı ekonomik sistemi oluştururken, herhangi bir kırılma ve tökezleme olursa ne yapacakları, nasıl toparlayacakları ile ilgili hiçbir planları olmadı. Ekonomik kararları ve uygulamaları siyaseten ve hukuki bir kontrol mekanizması içinde yapılmadı. Tabiri caiz ise, “gemileri yaka yaka” bu günlere geldiler. Aslında buna da bir anlamda mecbur kaldılar. Şöyle ki;

2013 yılı Haziranında baş gösteren Gezi olayları sonrası çok daha sert polisiye yöntemlerle toplumsal muhalefeti daha sıkı baskılamaya başladılar. 17-25 Aralık 2013 operasyonları ile ortaya çıkan kasetler ve deliller ile iktidarın en tepesinden itibaren ciddi parasal yolsuzluklar içine girdikleri iddiaları ortaya çıktı. Bu yargısal operasyonu öyle veya böyle atlattılar ama bu iktidar için en önemli travma bu oldu. Artık iktidarın asla ellerinden gitmemesi gerekiyordu. Kaybedecekleri ilk seçimlerden sonra yaşanacak Yüce Divan süreci korkusu ülkenin ve ekonominin rasyonel yöntemlerle yönetimi çabasının önüne geçti.

“TAM YOL DEVAM” KARARLILIĞI NE MANAYA GELİYOR?

Yaşanan bu ekonomik krizi her ne kadar önemsemiyor gibi görünseler de, tüm mega projelerin ve yeni sarayların yapılmasına devam edeceklerini söyleseler de, durumlarının hiç de öyle rahat olmadığı anlaşılmaktadır. Tüm uzun süreli iktidarların bir ekonomik kriz sonrası geldiği gibi bir kriz sonrası da gittiğini bilmektedirler. Yine de “kuyruğu dik tutma” çabasını sonuna kadar sürdürecekleri anlaşılmaktadır, çünkü başka seçenekleri bulunmamaktadır.

Gelinen durumun ne kadar ciddi olduğunu kabul etmek istemeyenler, “ne krizi kardeşim, baksana AVM’ler tıklım tıklım, yollar araçlardan geçilmiyor, millet tatillerde su gibi para harcıyor” diyorlar. Kurban bayramında devletin emeklilere ödediği ikramiyeler, zorunlu bayram harcamaları, yaz sezonu turizm canlılığı ve bunların önemli ölçüde istihdam yaratması durumlarının geçici olduğu göz ardı ediliyor. Yaz tatilinin bitmesi sonrası özellikle Ekim aylarında mevsimsel istihdamın düşeceği, piyasalarda ve sokaklarda krizin etkilerinin çok daha net hissedilmeye başlanacağı söyleniyor ekonomistler tarafından.

TÜİK ve Merkez Bankası’nın yaptırdığı beklenti anketlerinde imalat ve inşaat sanayi ile hane halkının önümüzdeki üç ay için oldukça karamsar oldukları sonuçları çıkıyor. İş dünyasından hiçbir kişi veya Meslek örgütü çıkıp, gelinen bu vahim durumu dile getiremiyor, yerli ve yabancı basının mülakat taleplerine yanıt veremiyorlar. Bunu yaparlarsa ertesi gün kapısına başta vergi müfettişlerinin geleceğini, iplerinin iktidar tarafından derhal çekileceğini biliyorlar çünkü. Başta TÜSİAD, hepsi sus-pus durumda.

Maliye ve Hazine Bakanı özel bankalara verdiği emri vaki talimat ile “borçlu sanayici ve tüccarın üzerine gitmeyin, kredileri tahsil için sıkıştırmayın” diyor. Bu durum, krizin faturasının önemli ölçüde bankalara yıkılmaya çalışılacağı şeklinde değerlendiriliyor. Bankacılar, serbest piyasa prensiplerine aykırı bu talimata gık diyemediler.

IMF’NİN KAPISI ÇALINACAK MI?

Artık maceranın sonuna gelinmiş görünüyor. Sadece önümüzdeki bir yılda borcumuzu çevirmek ve cari açığımızı finanse etmek için 240 milyar dolara ihtiyacımız var. Bu da, ayda 20 milyar dolar dış kaynak bulmak manasına geliyor. Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak İngiltere para piyasalarından borç alabilmek için Londra caddelerini arşınlıyor, ama maalesef sonuç alamıyor. İMF’ye gidişin kaçınılmaz olduğu görülüyor. Bu güne kadar İMF ile ilgili olmadık laflar söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, bu kapıyı çalmak zorunda kaldığımızda halka bu durumu anlatmakta hiç zorlanmayacağı da bilinmektedir. 2005 yılında da İMF’den 10 milyar dolar borç almış olan AKP’nin genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan örneğin, “biz de İMF’nin üyesiyiz ve kurucularındanız, bunlara biz de borç verdik” der bitirir. AKP seçmenin, Erdoğan’ın ortaya koyduğu her tutumu ve bu her tutumun tam zıddı tutumları da kolayca kabullendiğine dair sayısız örnekler çok defa yaşanmıştır.

SONUÇ: Önce görmezden gelinen ekonomik krizin etkileri daha sert hissedilmeye başladığında, İktidar “bu dış güçlerin ekonomik operasyonu” diyerek topu taca attı. Sorumluk üstlenmemek ve seçmeni ikna etmek iktidarın her zaman en kolay becerdiği yöntem oldu. Ancak bu defa durumun öyle “bu da geçer yahu!” denilerek geçmeyeceğini bildiklerini, büyük ekonomik krizlerin bu ülkede her zaman iktidarlar devirdiğini bilen Saray sakinlerinin rahat uykularının kalmadığını tahmin etmek zor değil.

Bu yazıyı arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir