http://yurtgazetesi.com.tr ve http://toplumsal.com.tr haber sitesi yazarı "Evrim ve Bitmeyen Kapışma" ile "Eğitimde Çöküş - İnanç Eksenli Eğitim ve Sonuçları" yazarı

13 Aralık 2018’de Ankara-Konya seferini yapan Yüksek Hızlı Trenin yaptığı kazada 9 ölü 47 yaralı olunca, iktidarın siyasal sorumluluğu konusu tekrar tartışılır oldu.

Tren hattını yapan, parasını aldığı halde sinyalizasyon sistemini kurmadığı Sayıştay raporu ile tespit edilen Kolin firması baraj, HES, otoyol ve termik santral gibi onlarca projeyi üstlenen bir “şanslı” firma.

Ayrıca, bu faciadan günler önce  ray travers vidalarının sıkıştırılması işinin ihalesinin yapıldığı;  tek bir firmanın katıldığı ihaleyi  Bilal Erdoğan’ın kayınpederi Orhan Uzuner’in şirketinin kazandığı belirtildi. Yurdun her yerinde tüm kaymak işlerin “tanıdıklara” verilmesinin haber değeri bile kalmadı artık bu düzende. Tamam, yandaş ve yakın çevre dışındakilere zırnık koklatılmayacak, bari bu ballı ihaleleri üstlenenler işlerini düzgünce yapsalar ya! 

AKP’nin iktidarı sürecinde, daha önceki dönemlerde görülmediği kadar benzer ihmaller sonucunda feci kazalar ve ölümler oldu. Sadece tren kazalarına baktığımızda, 2004’de Sakarya Pamukova tren kazasında da 41 ölümün,  Temmuz 2018’de Çorlu tren kazasında 25 ölümün siyasal sorumlusu hiç olmadığı gibi, birçok alanda benzer olayların örneği çok;

* Devletin kontrolündeki madenlerde, inşaatlarda son 16 yılda gerçekleşen 22 bin iş cinayetinin;

* Cemaat ve tarikatların öğrenci yurtlarında çok sayıda tacizlerin, tecavüzlerin ve yanarak ölümlerin;

*Askerin karavanasının da özelleştirilmesi sonrasında kışlalarda toplu yemek zehirlenmelerinin, dağlarda donarak asker ölümlerinin ve diğer olayların hiçbirinde siyasal sorumluluklar akla bile gelmedi.

SİYASAL VE İDARİ SORUMSUZLUĞU HEP HAK GÖRDÜLER

Bu tür olayların ardından önce mahkemelerce yayın yasağı getirildi. Bu konularda eleştiri getirenler “ölümler üzerinden siyasal rant arayışları” suçlamaları ile sindirildiler, Meclis’e verilen tüm araştırma önergeleri her seferinde reddedildi. Hükümetten veya bürokrasiden ne istifa ne küçük bir özür geldi.

 İdari ve adli sorumluluğu belli olan görevlilerin caydırıcı ve etkin şekilde soruşturmalara ve yaptırımlara muhatap olmamaları, bu cinayetlerin artarak devam etmesine zemin hazırladı. Hatalardan ders çıkarma ve yeni olayların önünü alma anlayışı oluşmadı. “Tren ulaşımında sinyalizasyon şart değil” diyen Ulaştırma Bakanı, daha baştan soruşturmacıları etkilemiş olmuyor mu?

Tüm eylem ve işlemlerinde varsa başarılarının kazancını abartarak kullandı iktidar. Ama iç ve dış olumsuz siyasal gelişmelerde, ekonomik ve sosyal anlamdaki tüm kötüye gidişlerde, facialarda, ölümlerde hiçbir sonucu asla üstlenmediler, görmezden geldiler.

Bu “siyasal sorumluluk” kavramı nedir, biraz açmak yararlı olacaktır:

NE Kİ BU SİYASAL SORUMLULUK?

 “Sorumluluk” birilerine karşı sorumlu olmak anlamında hesap verebilirlik ya da cevap verebilirlik demektir. Bunun için de, denetleyen daha yüksek bir otoritenin varlığı gerekmektedir. Bu yönüyle, eğer iktidarın eylemleri, onu iktidardan alma yeteneğine sahip bir parlamentonun eleştirisine ya da denetimine açıksa, hükümetin sorumluluğu prensibi gerçek anlamda işliyor demektir.  Dolayısıyla iktidarın, icraatlarından dolayı suçlanabilmeyi veya herhangi bir ceza öngörülmüşse ona katlanmayı kabul etmesi sistemin temelidir.

Siyasi karar alma yetkisine sahip olan kişiler, alınan kararlarda ve uygulamalarda kişilere, kamuoyuna ve parlamentoya karşı hesap verme yükümlülüğünü üstlenirler; siyasi sorumluluk da işte bu demektir. Siyasi sorumluluk geleneksel olarak “hesap verebilirlik” ve “cevap verebilirlik” gibi birleşik yükümlülükleri de kapsamına alır. Bu demokratik anayasal süreç artık işlemez hale getirilmiştir.

SİYASAL VEKÂLET VE TEMSİL ZİNCİRİ

Yöneten-yönetilen ilişkilerinin, seçmen ile siyasi temsilci arasındaki “asil-vekil” ilişkisi temelinde ele alınmasıyla, siyasi bir “vekâlet kurumu” meydana gelmektedir. Siyasi sorumluluk, siyasi temsil prensibine bağlı olarak, seçmenlerin (halkın) siyasi vekillerle ilişkisini sağlayan bir bağdır.

Bu “temsil zinciri”, vatandaşların siyasi kararların alınması konusunda temsilcilere yetki vermesi, temsilcilerin de vatandaşlar adına ve yerine karar alması ve uygulaması anlamına gelmektedir. Siyasi sorumluluğun temeli bu zincir üzerine kurulmaktadır.

Demokratik anayasalar, vekillerin asillere karşı hesap verme sorumluluğunu sağlamak üzere kimi mekanizmalara yer verirler. Bu mekanizmalar, eğer vatandaşlara temsilcilerini (iktidarı) kontrol imkânı veriyorsa, sistem demokratiktir denilebilir. Mevcut mekanizmanın siyasal katılıma ve denetime olanak vermediği sistemler demokratik olamaz. Nitekim demokrasi, yöneten-yönetilen ilişkilerinde yalnızca iktidara temsil yetkisi vermekle sınırlı değildir.

Siyasal hesap verme sorumluluğunun ya da bunu zorunlu kılan düzenlemelerin olmadığı sistemler için “demokrasi” denemez. Bu anlamda ülkemizde demokrasi olduğu söylenemez.

DEMOKRASİDEN ANLADIKLARI TEK ŞEY; SANDIK

Mevcut iktidarın demokrasiden tek anladığı “sandık” çerçevesine sıkışmış, katılıma, denetime ve siyasal sorumluluğa kapalı bir sistemdir. Yüzde ellinin bir fazlası oyu alanın geri kalanları yok saydığı, çoğulculuğun baskılanıp çoğunlukçuluğun kutsandığı bir siyasal süreç yaşıyoruz.

“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” diye önümüze konulan, (kendilerine uygun elbise gibi biçilmiş) sistem içinde çözüm üretimine ve iktidarların değişimine kapalı bir siyasal yapı oluşturuldu (Sistemin neden iktidar değişimlerine ve çözüm üretimine kapalı olduğunu geçen haftaki yazımda ele almıştım).

Temsili demokrasinin temelleri olan adil seçimler, temsil zinciri, denetlenebilirlik, hesap verilebilirlik ve siyasal sorumluluk süreçlerinin hiç birisini önemsemiyorlar. Demokrasinin birçok ön koşulundan sadece birisi olan, (bir şekilde) “seçilme” ve iktidarı elde tutma kısmı onları ilgilendiriyor.

Siyasal sorumluluk yerine getirilmediğinde iktidardan hesap sorulmasını sağlayacak olan adil ve eşit seçim sistemi olmadığı gibi, iktidarı denetleyebilecek parlamenter yapı da yok edilmiş durumdadır.

Bu sayılan demokratik gereklerin ve siyasal sorumluluk mekanizmaların bulunmadığı ülkemizde, yaptığı her şey iktidarın yanına kalmaktadır. Güçler ayrılığının işlemediği, “ben yaptım oldu” anlayışın hâkim olduğu bir pratik yaşanıyor. 

Siyasi temsilin beraberinde getirdiği “siyasal sorumluluk” ve evrensel hukuk ilkeleri onları hiç bağlamıyor. “Bunlar senin siyasal sorumlulukların, yerine getirmemenin yaptırımları da budur” diyecek anayasal kurumlar ya yok edildi ya da işlevsizleştirildi. 

SONUÇ: Aslında tüm bu ekonomik ve siyasal krizler, kazalar ve ölümler mevcut ucube sistemin kaçınılmaz sonuçlarıdır. Değişik sektörlerde çok daha fazla facia yaşanmıyorsa, şans faktörü lehimize olduğundandır. Tüm ülke olarak canımız ve malımız; hak, hukuk ve vicdan tanımayan “sorumsuzların” insafına ve kaderimize terk edilmiş durumda ne yazık ki.

Bu yazıyı arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir