http://yurtgazetesi.com.tr ve http://toplumsal.com.tr haber sitesi yazarı "Evrim ve Bitmeyen Kapışma" ile "Eğitimde Çöküş - İnanç Eksenli Eğitim ve Sonuçları" yazarı

Cumhurbaşkanlığınca hazırlanan 2019 bütçe kanunu görüşmeleri TBMM Genel Kurulu’nda başladı. İktidarın “tasarruf bütçesi”,muhalefetin “saray bütçesi”  dediği bu teklifte Diyanet’in payı 7,7 milyar liradan yüzde 35 artırılarak 10,5 milyar liraya çıkarıyor. 

Öte taraftan kalkınma ve büyüme ile ilgili bakanlıkların, yani Bilim ve Teknoloji, Ulaştırma ve Altyapı, Enerji bakanlıklarının bütçelerinde yüzde 56’yı aşan kesintiler yapılıyor. Diyanet’in bütçesi; Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın 4,1 kat üzerinde olacak. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bütçesi de Diyanet bütçesinin çeyreği bile etmiyor.

Bütçe teklifinde, 2018’de 845 milyon lira olan cumhurbaşkanlığı 2019 yılında yüzde 233 oranında (üç buçuk kat) bir artışla 2 milyar 818 milyon liraya yükseltilmesi, 350 yeni araç alınması planlanıyor.

Bakan Ziya Selçuk açıklamasına göre 117 bin öğretmen açığının olduğu ülkede bütçeden aslan payının diyanete aktarılması, ülkenin bugünü ve gelecek perspektifi adına niyetlerini açıkça öne seriyor; İktidar “eğitim ve kalkınma olmasa da olur, ben toplumu inançlarıyla yönetirim” diyor. Diyanet’in açık kaynak bilgilerinden ulaştığım rakamları tahlil için oluşturulduğum aşağıdaki tablo, son 16 yılda personel ve bütçe artışı ile ilgili oldukça çarpıcı bilgiler veriyor.

YILLAR Personel Personel % artış Bütçe (ortalama yıllık) Bütçe % artış
2002-2004 74 bin 817 milyon
2005-2010 83 bin % 12 1,9 milyar % 130
2011-2013 110 bin % 33 4 milyar % 112
2014-2017 117 bin % 7 4,4 milyar % 10
2018-2019 145 bin % 24 10,5 milyar % 140

İNANÇ TEMELLİ YÖNETİM ANLAYIŞI

İnanç ve Din, toplumların manevi ihtiyaçlarını karşılamanın ötesinde devletler açısından çok daha özel öneme sahip oldu çağlar boyunca. Bugün iktidarın Diyanet bütçesindeki cömertliği, bu yaklaşımdan bağımsız açıklanamaz. Günümüzde iktidarın, bu “elverişli aracı” önceki dönemlerden çok daha etkin şekilde kullanma ihtiyacını duyduğu açıkça görülmektedir.

Din neden bu kadar önemli bir yönetim aracı olmuştur, bu konuyu biraz açalım. İslami camia kökenli sosyolog yazar Dr. Mücahit Bilici’nin din ve devlet üzerine fikir açıcı yaklaşımları var. Bu yazarın mealen aktardığım şu tespitleri önemli;

“İslam’da ruhban sınıfı (kilise) yoktur denir. Aslında bu doğru değildir, Ortodoks İslam’da kilise (ruhban) devlettir. Hıristiyanlıkta kilise devletin sahibi iken, Sünni İslam’da devlet dinin sahibi olmuştur. Devlet ve ulema dini şekillendirir, kitleleri Din ile güder, yönetir. Sünni İslam’ın temelinde, kültüründe Devlet’e, ulu’l-emr’e tabi olmak vardır. Emeviler’den beri dinin devlete teslim olmasının kurumsallaşmış hali Sünni İslam’dır. Diyanet kurumu devlet ile din ilişkisinin kaçınılmaz sonucu olarak böyle ortaya çıkmıştır. Sünni İslam’da Din kendi başına (inananla Tanrı arasına) bırakılamayacak kadar önemlidir. (…)”

Günümüzde inancın toplumu yönetmek için araçsallaştırıldığı, bunun için de devletin bütçesi başta olmak üzere tüm imkânlarının seferber edildiği ortadadır.

YENİ OSMANLICILIK VE İNANÇ İSTİSMARI

Geçen haftaki yazımda, iktidarın önce bir hikâye oluşturarak geniş kitleleri bu hikâyede buluşturduğundan bahsetmiştim. Kısaca “Yeni Osmanlıcılık” denilen hikâyeye göre, Cumhuriyet Devrimi sonrası “yok görülen, aşağılanan, değerleri örselenen” geniş kitleler iktidarı artık ele geçirmişlerdi. Bir mağduriyet anlatısı üzerine kurulan bu hikâyede “yeniden dirilişin” in temel dayanağı da, inanç istismarı üzerine kurulu yönetim anlayışıdır.

AKP iktidarları Cumhuriyet tarihi boyunca sağ siyasetin (laik devlet hassasiyetleri sebebiyle) tam dillendiremediği duyguları, arzuları ve hırsları köpürttü ve bunları çok iyi manipüle etti. Kendilerini ilk kez iktidarda hisseden, eski rejim tarafından hep mazlum ve mağdur edildiklerine inandırılan bu seçmen kitlesi ancak dini duygularına hitap edilerek yönlendirilebilirdi. Osmanlı’nın yıkılışının sebebinin de batılılaşma ve İslam’dan uzaklaşma olduğuna inandırılan bu kitlenin sürekli genişletilmesi, iktidarın devamlılığı için zaruri görüldü.

Tüm okulların imam hatipleştirilmesi, eğitim sisteminin bilim yerine inanç temeli üzerine oturtulması, seküler yaşam tarzı yerine dini yaşam vurgusunun popüler kültür haline getirilmesi, hepsi bu çabanın ürünleridir.

BİR CUMHURİYET KURUMUNUN BAŞINDA CUMHURİYET DEĞERLERİNE KARŞI BİR BAŞKAN

Önce bu Ali Erbaş’ın kim olduğunu hatırlayalım; FETÖ İmamı Suat Yıldırım’ın çalışma arkadaşı, örgütün derneği Kültürler Arası Diyalog Platformu’nun Yönetim Kurulu Üyesi, Fetö’nün meşhur platformu Abant Toplantıları’nın aktif katılımcısı ve Dinlerarası Diyalog çalışmaları için Vatikan’ı yol yapan kişi. Her zaman güçlünün emrinde olmayı tercih ettiği söylenen bu şahıs, bugün de dini siyasetin emrine sokma konusunda aynı çabayı sergiliyor.

Cumhuriyet’in temel değerlerini içine sindiremediği anlaşılan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın (Fesli’yi ziyaretinden sonra da) toplumun önemli kısmını irite eden çıkışları devam ediyor. Halkın ve çocukların kalplerine sevgi yerine korku salmaya çalışıyor: “Kur-an’ın olmadığı yer karanlık bir yerdir, Kur-an’ın girmediği kalp karanlık bir kalptir, Kur-an’ın girmediği ev harabe bir evdir, Kur’an ile olmayan çocuklar şeytan veya şeytani insanlarla beraber olur” diyen Erbaş, “Şeytan” ve “çocuk” kelimelerini aynı cümle içinde rahatça kullanmaktan kaçınmıyor.

Diyanet Başkanı’nın bu tavırlarıyla, dinin siyaset tarafından ideolojik bir aygıt haline getirilmesine hizmet ettiği görülmektedir. Siyasetin ustaca kullandığı ayrıştırıcı, ajitatif nefret politikasını, ülkedeki en üst dini kurumunun başındaki bu zatın da “Yukarı”dan aldığı destekle sürdüreceği anlaşılıyor.

İdeoloji, kişi ve kurumların davranışlarına yön veren düşünceler bütünü olarak tanımlanmaktadır. Dinin tüm ideolojiler gibi aradığı mutlak iktidar, paylaşmaya razı olmadığı şey “egemenlik”tir. Sünni İslam (hele ki Devlet’le el ele verdiğinde) ideolojik yanıyla totaliterdir. Din, Devlet’in ve inancın mutlak otoritesine, demokrasi ve bireysel özgürlükler bahaneleriyle yapılan “çıkıntılıklara” pek hoşgörüyle bakmaz; çünkü bu bilincin yaygınlık kazanması, teolojik otoritenin giderek yok olması demektir. Böyle bir gelişmeye hem Devlet hem de din tarafından kolayca müsamaha gösterilemez elbet. Bu yüzden gerekirse bu millete Din’i zorla öğretilir, bunun için tarikatların ve cemaatlerin önü açılır, diyanetten de bütçe esirgenmez.

SONUÇ:  Yukarıdaki tablo iktidarın inancı araçsallaştırarak toplumu önce dizayn etme ve sonra yönetme siyasetinin açık bir kanıtıdır. İktidara geldikleri 2002 yılından bugüne Diyanet’in personel sayısının 2 katına, bütçesinin ise 12 katına yükseltilmesi başka nasıl açıklanabilir?

Bu yazıyı arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir