http://yurtgazetesi.com.tr ve http://toplumsal.com.tr haber sitesi yazarı "Evrim ve Bitmeyen Kapışma" ile "Eğitimde Çöküş - İnanç Eksenli Eğitim ve Sonuçları" yazarı

Türk Tipi “Beka” Anayasası

Mevcut anayasanın yüzde 75’ini (177 maddesinin 134’ünü) değiştiren, üç kez anayasa referandumu yapan AKP bir kez daha “yeni sivil anayasa” tartışması başlattı. Cumhurbaşkanı Erdoğan “1982 anayasası yerine 2023 anayasası” başlıklı sempozyumda; “bize lazım olan, lafzı, ruhu ve hacmiyle, milletimizin dünyaya ve hayata bakışına, ülkemizin birikimine ve hedeflerine uygun bir anayasa metni lazım” diyerek, ülkeye açıktan bir “AKP tipi anayasavaat etti!

Aslında herkes biliyor ki Erdoğan Anayasa dâhil kendisini minimum engelleme potansiyeli olabilecek hiçbir kural-kaide istemiyor ve onları bir şekilde aşıyor. Anayasayı ve hukuku askıya almadan hiçbir ciddi iş yapamadığından şimdi kendi siyasal emellerine en uygun, en az çiğnemek zorunda kalacağı anayasayı yapmayı planlıyor.

Üstelik Türkiye’de şu dönemde toplumsal bir uzlaşı ile demokratik bir anayasa yapma koşullarının en olmadığı dönemi yaşıyoruz. Bir de üstelik, hukuki anlamda anayasa yapmak için gerekli demokratik katmanları içeren bir parlamentonun mevcut olmadığı da görülüyor.

Peki tüm bu elverişsiz koşullara rağmen bu yeni anayasa dayatmasının sebepleri neler olabilir? Ayrıca, mevcut Anayasayı ve hukuku tanımayan, Yasama-Yürütme ve Yargı erklerini elinde toplayıp tek adam sistemini inşa eden otokratik bir lider neden yeni bir anayasa yapmak istesin?

On yıl Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığı yapmış emekli Büyükelçi Rıza Türmen de bu soruları irdeliyor; “Herhalde yetkilerinden vazgeçerek demokratik bir rejim kurmak için değil. Amaç, demokratik bir rejim değilse, o zaman amaç liderin yetkilerini daha da genişletmek, teokratik bir devletin önündeki engelleri ortadan kaldırmak olabilir mi?diyor.

Yeni Anayasanın Temel Önceliği “Beka” Yaklaşımı!

Erdoğan’ın da katıldığı Anayasa Sempozyumunda konuşan Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanı Mehmet Uçum, yeni anayasadaki özgürlük-güvenlik çerçevesini “beka” kavramıyla çizdi. “Beka tehdidi oluşturacak ya da beka tehditlerine zemin ve güç kazandıracak bir hukuk uygulaması evrensel hukuk adına olsa bile egemen bir devlet açısından meşru değildir ve asla kabul edilemez. Bu nedenle yeni anayasa hedefinde milli anayasa yaklaşımı belirleyicidir,” dedi.

Mehmet Uçum’un bu söylemi, kafalarındaki anayasanın özgürlükçü değil güvenlikçi olduğunu çok açık ortaya koyuyor.  Uçum’a göre “beka” söz konusuysa, evrensel hukuk normları geçerli olmayacak. Peki devletin bekasına yönelik bir tehdit bulunup bulunmadığına ya da ne gibi önlemler alınacağına kim karar verecek? Tabi ki siyasal iktidar! Yeni anayasa ile muhalefeti, temel hak ve özgürlükleri bastırmak için “beka” bahanesini kullanırken sırtlarını artık anayasaya dayayacaklar!

Mehmet Uçum ile Hitler’in Hukukçusu Aynı Çizgide

Rıza Türmen yukarıda bahsettiğim yazısında Mehmet Uçum’ın “beka” yaklaşımını şöyle değerlendiriyor; Hitler’in hukukçusu, Nazi rejimine meşruiyet kazandırmaya çalışan Carl Schmitt’in “Siyasal İlahiyat” kitabı “Egemen olağanüstü hale karar verendir” cümlesiyle başlar. Carl Schmitt’e göre, olağanüstü hâl, devletin bekası amacıyla hukukun askıya alındığı, egemenin sınırsız bir yetkiye sahip olduğu bir durumdur. Sayın Uçum’un konuşmasında ileri sürdüğü görüşler bundan farklı değil. Schmitt de bekanın tehdit altında olduğu olağanüstü hal durumlarının hukuk normları ile düzenlenemeyeceğini vurgular” diyor Rıza Türmen.

Biz zaten onların “beka” kavramından ne anladıklarını, her seçim döneminde bu kavrama can simidi gibi sarılmalarından iyi biliyoruz. Kendilerinden olmayanları dinsiz imansız, vatan haini ve düşman ilan eden bu siyasal anlayışın “demokratik sivil anayasa” yapabilme olasılığı olabilir mi?

“Türk Tipi Başkanlık” Sisteminden Sonra “Türk Tipi Anayasa”

Erdoğan’ın ve Uçum’un ortaya koyduğu anayasa yaklaşımı; gelişmiş medeni dünyanın müktesebatı olan demokrasi, hukuk ve özgürlükleri açıkça reddediyor. Hatta mevcut anayasanın güvence altına aldığı Cumhuriyetin temel değerlerini güvence altına almayı da öngörmüyor. “Türkiye’yi bu laiklik istismarından kurtarmanın vakti geldi” diyen Erdoğan’ın yapacağı anayasa, Cumhuriyet’in en önemli kurucu değeri olan laiklik ile temel hak ve özgürlüklerin teminatı olabilir mi?

Erdoğan’ın “milletimizin dünyaya ve hayata bakışına, ülkemizin birikimine ve hedeflerine uygun olacak” dediği anayasanın, kendi siyasal hedefleri için özel dizayn edilmiş bir metin olacağı çok belli değil mi? Onların “milli” kavramından ne anladıklarını çok iyi bildiğimizden, amaçlarının “Türk Tipi Başkanlık” sistemi gibi bir “Türk Tipi Anayasa” olacağı çok açık değil mi?

Tek Kişiye Özgü Başkanlık Sisteminden Sonra Kişiye Özgü Anayasa

Mart 2015’de yeni “Türk Tipi Başkanlık” sistemine geçilirken de “kendimize özgü sistem kuruyoruz” denilerek toplumu buna hazırlamaya çalışmışlardı. Erdoğan o günlerde kafalarındaki yeni sistemi topluma dikte ederken; “Dünyanın neresinde başkanlık ya da yarı başkanlık sistemi uygulanıyorsa bir arı marifetiyle faydalı olanları alır kendi sistemimizi ortaya koyarız. Biz kendi sistemimizi kurma kabiliyetine sahip bir ülkeyizdemişti. Gördük biz o “arıların” marifetini! Tüm sistem sadece bir kişiye özel kurgulanmış ve “atı alan Üsküdar’ı geçti” olmuştu!

Parlamenter sistemden kendisi için dizayn edilmiş Başkanlık sistemine geçme arzusunu yerine getirdi Erdoğan. Ancak Cumhurbaşkanının seçilmesi için yüzde 50+1 oy koşulu ile 2 kez aday olabilme sınırlamaları hiç işine gelmedi. 2023 seçimlerinde Anayasayı yok sayarak bir şekilde 3. kez de seçilmeyi başardı. Ancak şimdi 2028’de 4. kez, sağlığı elverirse de yaşamı boyu seçilebilmesinin önündeki engelleri kaldırmak istiyor.

Sözde Uzlaşma Özde Dayatma

Bundan önceki girişimlerden farklı olarak, bu sefer yeni anayasa taslağını halkoyuna götürme çabalarında ısrar edecekler gibi görünüyor. Cumhur ittifakı anayasa değişikliğini halk oyuna götürebilmek için Parlamentoda 360 bulamıyor. Bu sebeple Meclis’te bir “uzlaşma zemini” oluşturma çabaları varmış gibi konuşuyorlar. Ancak tüm deneyimlerimizden iyi biliyoruz ki “demokratik uzlaşma” denilen kavram AKP’nin siyasal anlayışında yok. Uzlaşma çabasındaymış gibi görünmek adına anayasa metin taslağını muhalefete sunacaklar.

Nitekim Erdoğan Anayasa sempozyumu konuşmasında muhalefete dönük “Bize düşen kapıları çalmak. Buradan tüm siyasi partilere, STK’lara, akademi mensuplarına sesleniyorum. Gelin konuşalım, tartışalım, müzakere edelim. Onlar da bu işe olumlu bakarlarsa, yolumuza devam edeceğiz. Olursa olur, olmazsa olmaz” dedi.

Oysa biliyoruz ki Erdoğan anlaşma ve uzlaşmaya değil; güce, kudrete inanır ve siyasetteki gücünü de buradan alır. Siyasal hedefleri için hiç haz etmediği kişi ve gruplara bir süre taviz verebilir ancak amacına ulaştığında ve gücü elde ettiğinde hiçbirini tanımaz.

Mecliste muhalif partilerle bir uzlaşma gerekecekse AKP bunu demokratik anlayışın ve toplumsal barışın gereği için değil, siyasal amaçlarını hayata geçirebilmek için yapacaktır. Yeni anayasa müzakerelerinde de farklı siyasal görüşlerin ortak mutabakatını sağlamaya değil, taslağı meclisten geçirmek için gerekli sandalye sayısını tutturma çabasına girişecekler.

Muhalefet Bu Tuzağa düşecek mi?

Muhalefetin herhangi bir kanadı Erdoğan ile yeni anayasa üzerine görüşme ve kısmi de olsa bir mutabakata varması mümkün mü acaba? Umarız ve dileriz ki; birazcık aklı ve vicdanı olan, halkına saygı duyan hiçbir muhalefet mensubu böyle bir gaflete düşmez, AKP ile yeni anayasa görüşmeleri için masaya oturmaz. Ancak Ali Babacan şimdidenÇalışmaları varsa, gönderirler Meclis’e inceleriz. Yok Meclis’te bir çalışma yapılsın isterlerse çalışmalara katkı veririz” dedi bile.

Mutabakat olmazsa da AKP meclisteki muhalif sağ parti milletvekillerine kanca atacak (ki bunun başlatıldığı söyleniyor), anayasayı referanduma götürme oy sayısını elde etmeye çalışacaktır. Referandum ve seçim işleri onların en iyi bildikleri mücadele alanı olduğundan, yeni anayasayı halka götürürken tartışmayı belirlenmiş birkaç hassas başlık çerçevesine sıkıştıracaklardır.

Anayasa referandumu propagandalarında “inanca anayasal özgürlük, başörtüsüne anayasal güvence, LGBT’ye karşı aileyi koruma” gibi dinsel ve muhafazakâr temaları öne çıkartıp sandıkta inancı oylatacaklar.

İyi Parti, Gelecek Partisi, Refah Partisi ve Deva Partisi gibi muhafazakâr ve sağ muhalif partilerin meydanlarda inancın karşısındaymış gibi görünmek istemeyeceklerini öngörmek zor değil. Bu kapsama sıkıştırılmış propaganda döneminde CHP ve Yeşil Sor Parti yönetimlerinde ve tabanlarında da ciddi ikilemler yaşanacaktır.

Bu ülke halkı siyaseten çok aldatıldı, çok yanlış kararlar verdi. Hatta askeri cunta anayasasını “milli birlik ve beraberlik” adına yüzde 92 oy ile kabul etti. Ancak bu millet her şeye rağmen ve hala “Erdoğan Anayasası” diye anılacak bir anayasa ile yönetilmeyi asla hak etmiyor.

Bu yazıyı arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz.

Comments

  1. Amaç Türkiye cumhuriyeti devletini üniter devlet yapısından çıkartmak adına Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi dedikleri çok uluslu İslam ağırlıklı monarşik bir yapıyı  sağlamlaştırma.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir