http://yurtgazetesi.com.tr ve http://toplumsal.com.tr haber sitesi yazarı "Evrim ve Bitmeyen Kapışma" ile "Eğitimde Çöküş - İnanç Eksenli Eğitim ve Sonuçları" yazarı

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2 Ekim günü partisinin grup toplantısındaki konuşmasındaki;  “Tarih bizi öyle bir noktaya getirdi ki, ülkemizin kaderiyle partimizin kaderlerini birleştirdi. Allah korusun AK Parti’nin yıkılması, Türkiye için felaket olacaktır” ifadeleri oldukça önemli bir itiraftır. Bu önemli beyanı biraz açalım.

Birden fazla (öncül) önermenin mantık bağlaçları kullanılarak bir araya getirilmesiyle oluşturulan yeni (sonuç) önermelerin doğruluğunun belirlenmesine “önermeler mantığı” deniliyor. Erdoğan’ın bu sözlerinden çıkarak “önermeler mantığı”na son derece uyumlu sonuç önermeler üretebiliriz;

  1. Ülkenin bu günü ve geleceği Ak partiye bağlıdır; (öncül önerme)
  2. Ak Parti iktidarda ve güçlü olduğu sürece ülke güçlü olur, değilse Ülke yıkılır; (öncül önerme)
  3. Ak Parti eşittir Recep Tayyip Erdoğan’dır (öncül önerme);
  4. Bu durumda; Erdoğan eşittir Ülke. (sonuç önerme)
  5. Erdoğan’a yönelik tüm muhalif çabalar ve eleştiriler Ülke’ye yapılmış ve asla affedilemez saldırılardır. (sonuç önerme)

TEK PARTİ REJİMİ VE YÖNETİMİ

Daha önceleri “Demokratik devletten lider devlete” başlıklı yazımda(https://www.toplumsal.com.tr/demokratik-devletten-lider-devlete-makale,660.html) Erdoğan’ın iktidarının bir parti devletine dönüşmesi üzerinde durmuştum. Bu yazıdaki değerlendirmelerim Erdoğan’ın yukarıdaki cümlesi ile tam olarak doğrulanmaktadır.

Devlet yönetimiyle özdeşleşen bir siyasi partinin tek başına yasama meclisi ve hükümeti oluşturduğu rejimlere Tek parti rejimi deniyor. Ülkede başka siyasi partilerin kurulmasının yasak olmadığı, ancak devletin tek partiyle yönetildiği de facto (fiili uygulama) durumlara ise tek parti yönetimi deniyor (kaynak vikipedia).

İngiltere’nin saygın dergilerinden The Economist 2018 Demokrasi Endeksi raporuna göre Türkiye, her yıl gerileyerek 10 üzerinden 4,88 puana düştü ve 167 ülke arasında yüzüncü sırada yer aldı. Türkiye, basın özgürlüğü konusunda 0 puanla son sırayı paylaşan 14 ülkeden biri oldu. Daha önceleri  “kusurlu demokrasi” sayılan Türkiye, beş sınıflamadan dördüncüsüne düşerek otoritere yakın “karma rejim” olarak sınıflandırıldı.

Atatürk devrimlerinin ve batı tipi aydınlanma hamlelerinin uygulandığı dönemlerde “Doğu’nun Batı’sı” ülke olarak görülen, gelişmekte olan ülkelere model olarak gösterilen Türkiye bu ligden çoktan düştü.  Şimdi dünya nezdinde; Batı’dan kopmuş ve Doğu’nun göbeğinde, aydınlanma ve modernleşme olmadan kalkınmanın olamayacağını kavrayamamış, örneği olmayan ucube bir yönetim sistemine dönüşmüş, çabaladıkça bocalayan bir garip ülke izlenimine sahip.

Ortadoğu ve İslam ülkelerine liderliğe soyunmuş ama bu ülkeler tarafından bile pek ciddiye alınmayan, ekonomisi krizde, eğitim sistemi bitik, iç barışı tehlikede, komşuları ile kavgalı, dış politikada tüm planları ve öngörüleri çökmüş, yönü ve yörüngesi olmayan bir ülkeyi kim ciddiye alır?

Bu gerçeklerin bilindiği halde yok görülmesi, “dünya lideri” sunumunun iç politikada iktidar olmaya yeterli olması, ülkenin bu karanlıktan tekrar aydınlığa yönlenmesine yetmiyor.

PARTİ DEVLET SİSTEMİNDE MUHALEFET

Parti devletine dönüşen bu sistemde muhalefet partilerinden de çok şey beklenemiyor. Muhalefet “varmış” gibi olur, ama yapacakları hemen hiçbir şey olmaz. İktidar partisini ve/veya liderini eleştirmek devleti eleştirmek ve vatan hainliği olarak algılanır ve sunulur. Nitekim ülkemizde de bu noktaya gelinmiştir. Seçimlerde iktidara oy vermeyenlerin hain, münafık oldukları az mı söylendi?

İktidar zaten hiçbir eleştiriyi görmüyor, duymuyor, yok sayıyor. Mecliste muhalefetin verdiği 440 soru önergesinin sadece 5’ine yanıt verilmiş. Bence bu 5 yanıtı da vermeseler daha iyiydi, muhalefet haddini hududunu daha iyi bellerdi! İktidar muhalefeti kaile almıyor, yanıt vermeye bile tenezzül etmiyor, çünkü bunun bir yaptırımı yok.

TÜM AMAÇ İKTİDARIN SÜRESİNİ UZATMAK

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ilk parlamento dönemi açıldı. Bu sistemde artık daha hızlı ve etkin kararlar alınacakmış! Sanki önceki dönemlerde iktidarın temel sorunu hızlı karar alamamaktı. Amaç “hızlı kararlar almak ve uygulamak” mı, “doğru kararlar alıp uygulamak” mı? Bu hiç konuşturulmuyor, konuşanlar da zaten yok sayılıyor. Tüm istedikleri köklü dönüşümleri “torba yasa” denen kendi icatları bir yöntemle ve tam istedikleri gibi hızlıca meclisten çıkartamıyorlardı sanki.

Tüm yapılan yasal, anayasal ve sistemsel değişim ve dönüşümlerin tek bir sebebi var; bu da iktidarının süresini ömürlerinin elverdiği süreye kadar uzatmak. Bu sıradan ve kişisel amaç uğruna ülkenin bugünü heba edildiği gibi, yarınları da gözden çıkartılıyor. Ülkenin ekonomisi, köklü kurumları, devlet sistemi, toplumsal barışı, ortak değerleri, dünya ülkeleri ile ilişkileri, hepsi sadece bu amaç uğruna heba edildi, ediliyor.

Önemli sistemsel ve yapısal sorunlar baş gösterdikçe önce bu sorun görmezden geliniyor. Sorunun kolayca aşılamayacak bir kriz olduğu gerçeği gizlenemeyince de, sütten çıkmış ak kaşıklar hemen kendilerini sorundan sıyırma çabasına giriyorlar.  Tüm sorunlu durumlarda bunun çözümü değil, krizin etkilerini ve yarattığı tepkiyi kontrol etmek temel yaklaşımları oluyor.

Yönetilemeyen, iç ve dış etkenlere göre savrulan bir iktidar dönemi yaşıyoruz. Seçmen çoğunluğu aslında kararlarının sonucunu yaşıyor ama bu sonuçla yüzleşmemek için direniyor. Tüm sorunlarda topu taca atan iktidarın argümanlarına kolayca ikna olma dışında seçenekleri yok çünkü. Düne kadar “idam isteriz” diyen kitle ile bugün hırsıza, uğursuza, torbacıya, dolandırıcıya “kader mahkûmu” diyerek af isteyen kitlenin örtüşmesi enteresan değil mi? Kitleyi ve bu güruhun kumaşını iyi bilenler için aslında son derece beklenir durumlar bunlar. Her duruma ve bu her durumun karşıtı olan diğer durumlara kolay ikna ve adapte edilen kitle, ülkenin geldiği şu olumsuzluklardan sorumsuz mudur?

İKTİDARA İÇERDEN SERT ELEŞTİRİ

AK Parti eski milletvekili ve Merkez Karar ve Yönetim Kurulu eski üyesi, Anayasa Mahkemesi eski raportörü ve halen Marmara Üni. Öğretim üyesi Profesör Osman Can Artı TV’de gazeteci Murat Aksoy’un sorularını yanıtlarken (içerden birisi olarak) çok önemli tespitlerde bulunuyor.

Mecliste Anayasa taslağı hazırlanmasında da etkin olan Prof. Can kendi hazırladıkları taslağın şimdikinden yüz seksen derece zıt olduğunu belirtiyor. Parti içinde son ana kadar bu Anayasa taslağının ülkeyi önüne geçilemeyecek bir yıkıma götüreceği konusunda (başta Başbakan Binali Yıldırım) yetkilileri uyardığını ama dinletemediğini söylüyor.

2017 referandumu ile onaylanan Anayasa’nın demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti ilkelerini yok saydığı, temel hak ve Özgürlükleri güvence altına almadığı, iktidarın sınırsız şekilde tek kişiye devredildiği tespitlerinde bulunuyor Osman Can ve özetle şöyle diyor; “Türkiye son zamanlarda ekonomik krize odaklandı, ama ülke aslında tarihte görmediği kadar ciddi bir yapısal kriz içerisinde. Ülke kontrolsüz bir şekilde uçuruma doğru yuvarlanıyor. Hiçbir denge denetimin olmadığı, basının tam anlamıyla tek yönlü koordine edildiği, sivil hayatın ciddi şekilde baskı altına alındığı, sivil toplumun etkinliğini kaybettiği, sağlığını yitirmiş bir yapı bu. Ekonominin bu ortamda düzeltilebilmesi ihtimali yoktur, çünkü sistemin kendisi zaten ekonomik krizlerin müsebbibidir. Bunlar değişmedikçe sadece ekonomide değil ülkenin tüm temel meselelerinde rasyonelliği ve doğru kararları hep ıskalayacağız.”

SONUÇ: Bugün içinde olduğumuz sistemin doğrudan “Parti Devleti iktidarı” olduğu ortadadır. Partisini ülke ve devletle özleştiren, liderini de alternatifsiz ve tartışmasız Ülke’nin, Devlet’in ve Parti’nin başı gören iktidarın muhaliflerini “devlete karşı hainler” olarak görmesi ve göstermesi anlaşılmaz bir durum değildir.

Bu yazıyı arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir