http://yurtgazetesi.com.tr ve http://toplumsal.com.tr haber sitesi yazarı "Evrim ve Bitmeyen Kapışma" ile "Eğitimde Çöküş - İnanç Eksenli Eğitim ve Sonuçları" yazarı

Yaşadıklarımızı doğru anlayabilmek, iktidar politikalarının ve uygulamalarının sebeplerinin iyi anlaşılmasına bağlı. “İktidarın şifrelerini okumak” olarak özetleyebileceğimiz bu akıl yürütme yöntemini başarılı bir şekilde uygulayabilmek önemli.  Bir kere iktidarın nasıl bir toplum dizaynı, nasıl bir ülke ve nasıl bir gelecek tahayyülünde olduğunu kavrayabilmek lazım. Böylece iktidarın düşlediği bu amaç ve hedeflere ulaşabilmek için neleri yapıp yap(a)mayacağını anlamak çok daha kolaylaşacaktır.   Bu sebep sonuç ilişkisine dayalı akıl yürütme ve analitik değerlendirmenin muhalif kesimde de pek doğru yapılamadığını düşünüyorum.

Bugün tüm alanlarda duvara toslayan bir iktidar var. Muhalefet veya iktidar yanlısı herkesin yakındığı ve beğenmediği o sonuçlar, aslında iktidarın beklemediği sonuçlar değildir.

İktidara zor günlerde destek verme yaklaşımında olan daha makul çevreler de var. Bunların “aslında iyi bir şeyler yapmaya çalışıyorlar ama beklenilmeyen veya kontrol edilemeyen (iç ve dış) etkenler olumlu sonuçları engelliyor” yaklaşımı, “lider iyi ama çevresindekiler kötü” klişesinden öte bir anlam ifade etmiyor.

İKTİDARLARIN ÜLKE YÖNETİMİNDE İKİLEMLERİ

İktidarlar politika oluştururken ve yönetirken çoğu zaman bir ikilemle karşı karşıya kalırlar. Hangisinin geleceği ve menfaatleri daha önemli ve öncelikli; ülkenin mi yoksa iktidarın mı? Bu ikilemde alınan tavır ülkenin nasıl yönetildiğinin çok önemli bir göstergesidir. Bizim on altı yıllık iktidarımız bu ikilemlerde hangi yönde tercih kullanmıştır sizce? Evet bildiniz!

Eğitimde, yargıda ve hukukta, sağlıkta, dış politikada, ekonomide, tarımda ve hayvancılıkta, sanayide, toplumsal barışta ve diğer tüm alanlarda durum böyle oldu. Bunlardan birkaçını kısaca ele alacak olursak;

YARGI VE HUKUK:

 Parlamenter veya bizdeki gibi Başkanlık sistemlerinde 3 erkten biri olan Yargı, Yasama ve Yürütme gibi, birbirinden bağımsız kuvvetlerdendir. “Denge ve denetleme” üzerine kurulu güçler ayrılığı, iktidarın sınırsız ve denetimsiz güç kullanmasını engellemenin, Anayasa ve evrensel hukuk çerçevesi içinde kalmasının en temel güvencesidir. Yüksek yargı organları üyelerinin doğrudan Başkan tarafından atandığı, karşısında cüppelerin iliklendiği, tüm kararlarda Saray’ın beklentilerinin dikkate alındığı, tamamen siyasetin denetimine girdiği söylenen yargı sisteminde “bağımsız ve tarafsız” hukuk işleyişi olabilir mi? Tüm kesimlerin hemfikir olduğu, bu ülkede yargının siyasileştiği ve “hukuk” dağıtmadığı kanaati yersiz bir tespit midir? Bağımsız, tarafsız ve evrensel hukukun işlediği bir ülke olsaydık, iktidar bu kadar pervasız ve ceberut olabilir miydi? Kimsenin güveninin kalmadığı, “iktidarın sopası” haline geldiği söylenen bu yargı sistemi iktidarın doğrudan tercihi değil midir?

DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜKLER:

Anayasa Madde 26 “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir” diyor. Bu hakkın bu ülkede rahatça kullanılabildiğini söylemek mümkün müdür? Çalışma koşullarına itiraz eden Hava limanı işçileri, Çağdaş parasız eğitim isteyen liseliler, mezuniyet töreninde lideri eleştiren pankart taşıyan üniversiteliler, dolar kuru artışının sebebini sosyal medyada yazan vatandaş tutuklanıyor, çocuğuna okul pantolonu alamayan babanın intiharını veya yol üzerindeki tarihi çınarı belediyenin kesmesini haber yapan gazeteciler gözaltına alınıyor.

Demokrasiden sadece sandık anlaşılıyor, çoğulculuk yerine çoğunluğun baskıcı ve dışlayıcı iktidarı kutsanıyor. Evrensel hukuk ilkelerine uygun bir yönetim tarzında iktidar böyle despotik yöntemlerle korunabilir mi? Demokratik dünya topluluğundan kopuş, hor görülen bir üçüncü dünya ülkesi konumuna düşme utancını yaşamak iktidarın doğrudan tercihi değil mi?

EKONOMİ VE KALKINMA:

Bu gün bu ülke ekonomik yönden çok daha kalkınmış, zenginleşmiş, üreten, geleceğe umutla bakan, daha mutlu ve huzurlu insanların yaşadığı bir ülke olabilirdi. İktidar son on beş yılda yurt dışından getirdiği çok önemli kaynakları inşaata, betona gömdü. Üretim alt yapısına, istihdama, kalkınmaya yatırım yapmayı tercih etmedi. Uzun dönemli sağlam ve köklü kalkınma yerine şişirilmiş niteliksiz ekonomik büyüme ile günü ve en yakın seçimi kurtarmayı tercih etti.

Rantçı, iktidarını finanse edecek sermaye yaratmak ülkenin toptan kalkınmasından çok daha öncelikli ve önemliydi. Yoksulluktan, cehaletten ve sadaka kültüründen beslenen iktidar, yoksul seçmenleri sosyal yardımlara muhtaç ve bağımlı hale getirdi. Bugün yaşanan ekonomik krizin sonuçlarının en aza indirilmesi için yapılacak rasyonel eylemlerin yapılmaması da buna en taze örnektir. Bu ikilemde iktidar yine popülist yaklaşımla önümüzdeki yerel seçimleri ve iktidarının geleceğini daha öne koymuştur. Ülkenin yaşayacağı devasa ekonomik sıkıntıları dış güçlere bağlamak ve “bizim krizimiz değil” demek bu yaklaşımın ürünüdür.

Ülkenin ekonomik yönden kalkınmaması, ulusal gelirin artmayıp düşmesi,  ama iktidarı finanse edecek yandaş sermayenin kamu kaynaklarından sınırsız beslenmesi, ödenemeyecek aşırı dış borç oluşturulması, yoksul çoğunluğun giderek daha fazla ezilmesi iktidarın tercihlerinin sonucu değil midir?

EĞİTİM VE GENÇLİK:

İktidar ülkenin topyekûn kalkınmasını, bilişim çağı standartlarına ulaşmış modern dünyayı kendisine hedef alsaydı eğitim sistemini buna göre ele alırdı. Ezbere değil aklını kullanmaya yönlendiren, inancı değil bilimi merkeze alan, özgür ve orijinal düşünme becerisini kazandıran, dünya standartlarında bir eğitim sistemi üzerinde çaba sarf ederdi.

Bu ülkenin geleceği olacak gençler ne istiyor?Gezi olayları sırasında da bunlar çokça dile getirilmişti; Bilimsel ve laik eğitim, kendilerini rahatça ifade edebilmek, yaşam tarzlarına karışılmaması, eşit ve özgür birey olma talepleri en baştaydı. Muhalefet haricinde iktidara yakın bazı kesimlerde de, iktidarın bu gençleri ve taleplerini yeterince anlamadığı, bu yüzden sert cevap verdiği görüşü oluştu. Oysa iktidar gençleri çok iyi anlamıştı, bu yüzden bu kadar sert bastırdı eylemleri. Dönemin Başbakanı, 12 kişinin öldürüldüğü, yüzlercesinin sakatlanıp binlercesinin yaralandığı olaylarda boşuna “polis destan yazdı” dememişti, çünkü böyle bir gençlik bu iktidarın geleceğinin güvencesi olamazdı.

“Kindar ve dindar” nesil yetiştirmek hedefi olan bir liderin bu tür özgürlükçü talepleri anlaması ve kabul etmesi zaten mümkün olamazdı. Bu iktidar “zenginleşeceğiz, kalkınacağız, batı standartlarında modern bir ülke olacağız” diye, kendine oy vermeyecek insanlar yetiştiren bir eğitim sistemini tercih eder mi? Cahil insanlar sorgulamaz, inanır ve itaat eder. Yoksulluktan ve cahillikten beslenen bir iktidar nitelikli bir eğitim sistemini, özgür düşünen ve yaşayan gençliği tercih eder mi? Nitelikli okulları çoğaltmak yerine her köşede açılan (promosyonlara rağmen doldurulamayan) İmam Hatip okulları iktidarın kararlı bir seçimi değil midir? Dolayısı ile eğitimde bu kadar başarısızlık, iktidarın tam da tercihlerinin sonucu değil mi?

İÇ VE DIŞ BARIŞ:

Ülke insanları hiç olmadığı kadar ayrıştırıldı ve birbirine düşman hale getirildi. Devlet görevlileri ve özellikle kolluk güçleri de bu ayrışmayı içselleştirmiş durumdadır. Kolluğun aşırı sertliğinin en önemli sebebi muhalifleri düşman gibi görme ve bu ayrışmadır. İnsan hakları, suçsuzluk karinesi, görevlilerin yargısal denetimi gibi temel hukuk prensiplerinin işlememesi, iktidar adına güç kullanan görevlilerin daha korkusuz ve pervasız olmalarını teşvik etmektedir.

İktidar kendince bir yalan tarih yazarak temelsiz bir Osmanlı fetişizmini yarattı, seçmenlerini de bu yalanlara dayalı ayrışmaya ikna etti.  Tüm seçim stratejilerini bu ayrışma ve kendi seçmenini konsolide etme (pekiştirme) üzerine kurdu. Seçimleri öyle böyle kazandı ama toplumsal ayrışmayı da iyice kökleştirdi. “Yurtta barış dünyada barış” ilkesinden hem içte hem dışta çok ciddi kopuşlar ve düşmanlıkların yaşandığı bir noktaya gelindi.

Hem içerde köklü toplumsal ayrışma, hem de tüm dünya ile sorunlu hale gelmek doğrudan iktidarın tercihlerinin sonucudur. “Dünya bizi kıskanıyor, tüm iç sorunlarımızın sebebi dış güçler” gibi komik yalanlara inanan seçmen kitlesi yaratmak, kendisine oy vermeyenleri “hain” olarak görmek, göstermek ve dışlamak iktidarın doğrudan tercihi değil midir?

SONUÇ:  Yaşadığımız sorunların temel sebepleri, iktidarın ülke gerçeklerini yeterince kavrayamaması veya “doğru politikaların beklenilmeyen sonuçları” değildir. Başarısızlıkları her seferinde kanıtlanan politikalar, iktidarın doğrudan kendi geleceği için bilinçli tercihlerinin sonuçlarıdır. “Ülke mi iktidar mı?” ikileminde tek tercihleri hep “illa ki iktidar!” olmuştur.

Bu yazıyı arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir