http://yurtgazetesi.com.tr ve http://toplumsal.com.tr haber sitesi yazarı "Evrim ve Bitmeyen Kapışma" ile "Eğitimde Çöküş - İnanç Eksenli Eğitim ve Sonuçları" yazarı

Krize yol açan iktisat politikalarını uygulayan iktidarların bu krizleri çözemedikleri ve iktidarı kaybettikleri hep görülmüştür. Peki, bu deneyimler krizle gelen iktidarın krizle gideceğinin şaşmaz kanıtı mıdır?

“Eski Türkiye”de ekonomik krize neden olan bütün iktidarlar gelen ilk seçimlerde gitmişlerdi. Bunun en yakın örneği 2001 krizi idi. Üstelik o zamanki iktidar güven tesis etmek ve ekonomide istikrarı sağlanmak için Kemal Derviş’i yurt dışından getirmiş, IMF ile de anlaşma yapmıştı.

Örnek verdiğimiz 2001 krizi döneminde parlamentonun değişim ve çözüm üretim kapasitesi vardı. Krize sebep olan koalisyon partileri (DSP, MHP, DYP, ANAP) 2002 seçimlerinde baraj altı kalarak parlamentoya dahi girememişlerdi.

Peki bugünkü mevcut durum ve kapasiteden bir iktidar değişiminin çıkma olasılığı nedir? Demokratik sistem içinde iktidar değişimleri, şu dört unsurun işlevini doğru bir şekilde yerine getirmesi ile mümkün olabilmektedir. Bunlar; düzgün çalışan bir Parlamento, serbest demokratik seçimler, bağımsız medya ve seçmenin özgür iradesidir. Biraz daha açacak olursak;

1. Parlamento: Şu anda değişim ve çözüm üreten demokratik bir sistem yok ortada. Çoğulculuğun yerini otoriter bir çoğunlukçu başkanlık sistemi almış durumda. Cumhurbaşkanı tarafından neredeyse muhatap alınmayan bir parlamento yapısı oluşturuldu. İşlevi neredeyse bitirilmiş bu parlamentonun iktidarı denetleme ve gerektiğinde gensoru ile hükümeti düşürme olanağı da ortadan kaldırıldı. Üstelik ortada bir hükümet yok, kabine denilen silik bir oluşum var.

2. Serbest Seçimler: Bu ülkedeserbest ve adil bir seçim sisteminin ve sürecinin olmadığı ortadadır. Yargı’nın ve bunun bir parçası olan YSK’nın çok büyük ölçüde iktidarın denetimine girdiği yönünde kamuoyunda yaygın bir kanaat vardır. Devletin tüm imkânlarının ve bütçenin hoyratça kullanıldığı önceki seçimlerde ayyuka çıkan eşitsiz seçim süreçleri, seçim hileleri ve YSK uygulamaları hafızalardadır. 

3. Bağımsız Medya: “Ana akım” denilen, iktidardan ve sermaye guruplarından bağımsız bir medya artık kalmadı. Birkaç gazete, TV ve internet haberciliği hariç, geniş kitlelere ulaşabilecek muhalif medya bitirildi. Varlık mücadelesi sürdürenler ise, yargı sopasını tepelerinde hissederek yoğun bir otosansür ile dar bir kesime sesini duyurmaya çalışıyor. Bu sebeple muhalefetin geniş kitlelere ulaşması, etkilemesi ve siyaseti yönlendirmesi mümkün olamıyor. Ülkede gerçekte ne olup bittiğini bilmeyen bir seçmen kitlesi ile değişim ve çözüm üretmek nasıl olabilir ki?

4. Seçmen iradesi: iktidarı elde etmek ve elde tutmak için öyle veya böyle, bir şekilde seçmenin ikna edilmesi gerekiyor. İktidarın on altı yıldır seçmeni bir şekilde ikna ettiği, bunun için de toplumsal kutuplaşma başta olmak üzere, gerçek dışı bir algı atmosferi oluşturduğu görülmektedir. Yaşadığımız tüm sorunların ve krizlerin dış komplo olduğuna inandırılmış geniş bir kitlenin varlığı görülmektedir. Manipüle edilmiş bu kitlenin ikna süreçlerinin biraz daha açılması yararlı olacaktır.

HINÇ VE İNTİKAM TEMELLİ KİTLE İKNA SÜRECİ

İktidar önce bir hikâye oluşturarak geniş kitleleri bu hikâyede buluşturdu. Kısaca “Yeni Osmanlıcılık” denilen hikâyeye göre, Cumhuriyet Devrimi sonrası “yok görülen, aşağılanan, değerleri örselenen” geniş kitleler artık iktidarı ele geçirmişlerdi. Semboller üzerinden yürütülen bu siyaset tarzına uygun yeni bir milli kimlik oluşturuldu. Kadim bir mağduriyet anlatısı üzerine kurulan bu hikâyede “Yeni Türkiye”de “yeniden dirilişin” simgesi, kurucu lider Erdoğan idi. Erdoğan bu misyonunu başarıyla yerine getirirken söylemleri ve eylemleriyle tabanın arzularına, hırslarına ve ihtiyaçlarına hitap etti, onların duygularını harekete geçirdi.

Cumhuriyet tarihi boyunca sağ siyasetin (laik devlet hassasiyetleri sebebiyle) tam dillendiremediği duyguları, arzuları ve hırsları köpürttü ve bunları çok iyi manipüle etti AKP iktidarları. Kendilerini ilk kez iktidarda hisseden, eski rejim tarafından hep mazlum ve mağdur edildiklerine inandırılan bu seçmen kitlesine mütemadi olarak öfke ve hınç duyguları enjekte edildi. Osmanlı’nın yıkılışının sebebinin de batılılaşma ve İslam’dan uzaklaşma olduğuna inandırıldılar.

Geniş yoksul seçmen tabanın sosyal yardımlarla, orta tabakanın küçük taşeronluk ihaleleriyle, daha üst tabakanın da ciddi kamu kaynakları aktarımı ile iktidarca korunup kollanması da “ikna sürecinde” oldukça etkili oldu.

İnançları, duyguları ve çıkarları temelinde etki altına alınan, kendilerini devletle özdeşleşmiş gören bu sosyo-kültürel kesimin sıkıca kenetlenebilmesi için “biz ve karşı taraf” ayrımı pekiştirildi. Atatürk devrimlerini benimsemiş, aydınlanmacı, Cumhuriyetçi, seküler kesim “onlar, ötekiler, bunlar, CeHaPe zihniyeti ” gibi ayrıştırıcı tanım ve söylemlerle hedefe konuldu. Bu kutuplaşma politikasının ekmeği her seçimde afiyetle yendi. Gücünü bu kutuplaştırılmış ve kenetlendirilmiş seçmen kitlesinden alan İktidar, “karşı taraf” olarak gördüklerine ağır bir baskı rejimi oluşturdu.

HEDEF İKTİDAR YOLUYLA DEVLETİ ELE GEÇİRMEK Mİ?

Parlamenter veya başkanlık olsun, tüm demokratik sistemler, iktidarların serbest seçimlerle ve demokratik yöntemlerle el değiştirilmesine olanak sağlama üzerine kuruludur. Ancak bu iktidarın (ne olursa olsun) yerini muhalefete terk etmeyeceği algısı yaygındır. Anayasa değişiklikleri, Başkanlık ve tek adam yönetimine geçiş gibi, yapılan edilen ne varsa, hepsi iktidarın hiçbir şekilde bırakılmaması üzerine kurgulandı. Tüm köprüler yıkıldı, tüm ipler atıldı.

İktidarı ele geçirmek AKP’nin ilk hedefiydi, ancak nihai hedefin Devlet’i ele geçirilmek olduğu, bunu da büyük ölçüde gerçekleştirdikleri iddiaları vardır. Kendilerini seçimlerle iş başına gelmiş ve bir süre sonra yine seçimlerle gidecek bir siyasal parti olarak değil, artık Devlet’in ta kendisi olarak görmektedirler. Bu yüzden Erdoğan “Tarih bizi öyle bir noktaya getirdi ki, ülkemizin kaderiyle partimizin kaderlerini birleştirdi. Allah korusun AK Parti’nin yıkılması, Türkiye için felaket olacaktır” diyor. AKP’nin yıkılması gibi henüz görünen bir risk yokken, seçim kaybetmeyi kendisi açısından “yıkım” olarak gördüğü anlaşılmaktadır.

Başta sorduğumuz soruya yeniden dönecek olursak; bu yaşanan ekonomik kriz ve ülkenin yönetilememesi sorunu bir iktidar değişimini getirir mi? SONUÇ: Bugün iktidarın varlığını dayandırdığı, (yukarıda saydığımız) işlevsiz Parlamento, güvensiz seçimler, bastırılmış medya ve manipüle edilmiş seçmen faktörleri, ülkemizde değişime kapalı bir rejim yapısını işaret etmektedir. Üstelik ortada güvenilir, inandırıcı ve iktidar alternatifi olarak kitleleri ikna edebilecek bir muhalefetin olduğu da görülmektedir. Bu tespitler ışığında; (yerel seçimlerde güç yitirseler de) “bu ekonomik ve siyasal kriz iktidarı götürür” demek pek mümkün görülmemektedir. Bu kuralın ancak işleyen birdemokratik sistem içinde geçerli olacağı unutulmamalıdır.

Bu yazıyı arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir